Tamer Tekelioğlu - 2017 Senesi Albümlerine Kısa Bir Bakış


2017 SENESİ ALBÜMLERİNE KISA BİR BAKIŞ

Bu yazımda, 2017 senesini bitirmek üzere olduğumuz şu günlerde yılın önemli albümlerinden bahsetmek adet olduğu üzere kısa bir yıl sonu değerlendirmesi yapmak istiyorum.

2017 senesi önceki birkaç sene olduğu gibi güzel albümler sundu bize. Hatırlayacaksınız önceki senelerde David Bowie, David Gilmour, Mark Knopfler, Metallica, Sting, Radiohead gibi önemli grup ve sanatçıların yeni albümleri ile karşılaşmıştık. Bu sene de özellikle yılın ilk çeyreğinden itibaren güzel albümlere tanık olduk. Bence bunlardan en önemlisi Roger Waters’ın 25 yıl aradan sonra yaptığı “Is This The Life We Really Want” albümü oldu. Albüm her ne kadar fanatik Floyd ve Waters hayranları tarafından beklentiyi karşılamadıysa da, Waters bu kez tüm arınmışlığı ile eleştirilerini sürdürmeye devam etti.


Şimdi bu albümler arasından seçtiklerime kısaca göz atalım :


ROGER WATERS - IS THIS THE LIFE REALLY WANT
Roger Waters Ekim 2016 yılının ilk çeyreğinde yeni albüm sinyallerini vererek, yılın kalan kısmında yeni bir proje üzerinde çalışacağını açıklamıştı. Proje ile ilgili kısa bir açıklama yapan Waters, projede 2013 yılında bir radyo oyunu şeklinde tasarladığı, İrlandalı bir dede ve torun arasında geçen “çocuklar neden öldürülüyor” temasının işleneceği belirtti. Bu açıklamadan sonra Waters Radiohead grubunun prodüktörü Nigel Godrich ile çalışmalara başlamış ancak Godrich’in bu radyo oyununu konsept albüm formatına çevirmek istemesi ve Waters’ın da buna sıcak bakması ile albüm yavaş yavaş şekillenmiş. Albüm ile ilgili çok fazla eleştiri yapıldı. Waters’ın Floyd’dan ve önceki solo albümlerinin tarzından uzaklaştığı, sesinin eskisi gibi çıkmadığı, Godrich sayesinde albümde elektro gitar kullanılmadığı gibi eleştiriler yapıldı.

Bu eleştirilerin hepsi de doğru olmakla birlikte, yine de ortak payda da hep Waters’ın müziğinin sözlerle kuvvetli hale gelmesi ve huysuz ihtiyar’ın her zaman birileri ve birşeyler ile meselesi olması vardı. Nitekim bu albümde de Trump ağzının payını aldı. Suriyeli mültecilerin dramı, çocuk ölümleri göz önüne serildi. Her ne kadar Radiohead tarzının albüm üzerindeki etkisi yadsınamaz olsa da, albüm dinlendikçe daha çok kendini ortaya koyan “Déja Vu”, “Broken Bones”, “Smell The Roses”, “Picture That” ve “Bird In A Gale” gibi şarkılar hem Floyd, hem de Waters hayranlarını memnun edecek şarkılar oldu. Aslında Waters radyo programı konseptine 1987’de yaptığı “Radio K.A.O.S.” albümü ile ilginç bir giriş yapmış orada Galler’li bir maden işçisinin yaşadıklarını dramatize etmişti. Demek ki bu tarzı sevmiş ki, günümüzün meselelerini yine bu tarz bir radyo konsepti albümü ile daha olgun ve içerikli olarak yapmayı tercih etti. Aslında bence bu albümde göze çarpan en önemli nokta, artık Waters’ın bu albümde Gilmour ile kendini kanıtlama yarışını bırakıp, kendi meselelerine dönmesi oldu. Sadece bu yönü ile dinlemeye değer bir albüm. Kaldı ki sözleri ve hikayesi ile günümüzde yaşanan pek çok olayın manifestosu gibi albüm.


DEEP PURPLE - INFINITE
İngiliz ekibin dört yıl aradan sonra yepyeni şarkılarla hazırladığı 20’inci stüdyo albümü olan Infinite, 2017 yılının nisan ayında “Yılın Rock Albümü” lansmanı ile piyasaya çıktı. Bence doğru bir slogan seçilmiş çünkü albüm gerçekten çok başarılı rock sound’ları, vokal ve gitar riff’leri içeriyor. Kadro bir fark ile aynı: Ian Gillan, Roger Glover, Ian Pace, Steve Morse devam, klavyede ise yeri doldurulamayan John Lord’un yerine eski tüfek Don Airey. bulunuyor. Bu bir kazanç tabii. Efsane John Lord’un yerine de ancak eski eleman Don Airey yakışırdı zaten. Albümün prodüktörlüğünü Lou Red, Pink Floyd, Kiss, U2 ve Peter Gabriel gibi isimlerle çalışmış tecrübeli isim Bob Ezrin yapmış.

Albümün açılış şarkısı “Time For Bedlam”, klasik Deep Purple tarzında, klavye ataklarıyla adeta “Perfect Strangers” tadında nefis bir şarkı. Bu şarkı albümün geri kalanı hakkında net bir işaret veriyor : Bu albüm iyi ! Don Airey gruba gerçekten müthiş bir dinamizm getirmiş, hemen her şarkıda bunu hissediyoruz. Ezrin’in aynı zamanda bir klavye ustası olması, belki de tıpkı John Lord gibi Don Airey'in de klavyesinin grup üzerindeki etkisini artıran bir faktör olmuş. Sonuçta ortaya gerçekten tadına doyulmayan bir albüm çıkmış. Deep Purple'ın 46 dakika süren bu albümünde 10 parça yer alıyor. Albümün nefis bir sürpriz şarkı ile kapanıyor: Bir “The Doors” cover’ı olan "Roadhouse Blues”. Çok başarılı bir yorum. Son olarak bu albümde gördüğümüz şey aslında Ian Paice, Ian Gillan, Roger Glover, Steve Morse ve Don Airey’li kadronun güzel işler yapmaya devam etmesi. Bu güzel albüm vesilesi ile Deep Purple ekolünden yetişen ve Rainbow’u kuran Ritchie Blackmore’a, Whitesnake efsanesini yaratan David Coverdale’e, Joe Lynn Turner’a, Joe Satriani’ye selam verelim ancak yakın geçmişte kaybettiğimiz çok sevdiğim eleman Jon Lord’u anmadan geçmeyelim.


SCORPIONS - BORN TO TOUCH YOUR FEELINGS
 “Biz büyürken Mozart ya da Haydn dinlemedik. Daha çok Elvis, Rolling Stones ya da Little Richard dinliyorduk ve bunlardan etkilendik” diyor Scorpions’un kurucusu Rudolf Schenker. 1965 yılında kurulan Alman Rock grubu Scorpions bugüne kadar pek çok güzel albüm ve hit şarkı çıkarttı, Özellikle 80 li yıllara damgasını vuran “Still Loving You” şarkısı ile müziğini geniş kitlelere duyurdu. (o güne kadar ortaokul/lisede öğrendiğimiz ingilizcemizle “love” fiilinin “-inc” eki alamayacağını öğrenen bizim kuşak “loving” fiilini duyduğunda epey şaşırmıştı). Sayısız güzel şarkılara imza atan grup, 2010 tarihli “Sting In The Tail” albümü ile müziği bıraktıklarını ve sadece özel projeler için bir araya geleceklerini açıkladıktan sonra çeşitli çalışmalar ile sahnelerden ve listelerden hiç kaybolmadılar.

Eski, daha eski, araya “Children Of The Revolution” gibi bazı unutulmaz rock klasiklerinin sıkıştırıldığı toplama albüm, Acoustic Hits ve araya bir yeni şarkı sıkıştırılmış Unplugged (MTV-Athens) albümü derken sene sonunda yeni bir toplama albüm ile birlikteyiz. Ancak bu albümün 2 yeni şarkı dışında diğerlerinden bir farkı var ki, 50 yılı geride bırakan grup bu kez gerçekten 50 yıldır ruhumuza çok dokunmuş ve hala dinledikçe dokunan rock ballad’larını seçmiş bu toplama için. Albüm plak şirketlerinin ticari amaçlar için yaptıkları ruhsuz toplama albümlerden uzak, grup elemanlarının elinin değdiği, şarkı seçimlerinin ve sıralamalarının özenle yapıldığı, kişilikli bir toplama albüm olarak duruyor karşımızda. Hepimizin bir Scorpions şarkısı vardır muhakkak, bu sebeple albümde eksikler vardır mutlaka ama benim açımdan bu albümün “When The Smoke is Going Down”, “Always Somewhere” ve “Lonely Nights” ı bir arada bulundurması bile bu albümü sevmem için yeterli bir sebep. Yeni şarkılara gelince; “Melrose Avenue” ve “Always Be With You” olmasaydı da olurdu ama yine de bu albümün konseptine uygun klasik Scorpions formatında şarkılar. Bu arada albüm kapağından bahsetmeden geçemeyeceğim. Kapak için modern fotoğraf sanatının önemli temsilcilerinden Ellen Von Unwerth ile çalışılmış ve beyaz kuğu, siyah kuğu vurgusu yapılmış.


IMELDA MAY - LIFE, LOVE, FLESH, BLOOD
Albümün kapağındaki fotoğrafı gördüğümde, bu güne kadar gayet hanım hanımcık bir görünüme sahip Imelda May’in niçin kapağa başka bir kadının fotoğrafını koyduğunu anlayamamıştım. Son yıllarda özellikle vokal caz sanatçıları arasında (ki bu akımı ilk Melody Gardot trafik kazası geçirip iyileştikten sonra başlattı, ardından Diana Krall devam ederek ilerletti) ses ve müziğin yanısıra dişiliği de ön plana çıkartan albüm kapakları trendine Imelda May’de uyum sağlamış anlaşılan. O klasik perçemli saç modeli gitmiş, yerine kapaktaki Imelda May gelmiş. Albümün adı da bu imajı güçlendirir şekilde seçilmiş. Sanatçı bu albüme kadar çoğunlukla 1950’lerde çok popüler olan Country, Blues ve Rock’n Roll’a dayanan ve Rock'n Roll'un erken dönemlerinde Rockabilly olarak adlandırılan, günümüz modasının dışında kalmış bir türü icra eden coşkulu, çekici bir sese sahip. Yaptığı müzik türünden dolayı eskiymiş gibi görünen ama aslında günümüz sanatçısı olan Imelda May, Rockabilly’nin retro sound’una henüz çocukken evde sürekli çalınan Bill Halley, Elvis Presley ve Gene Vincent şarkılarıyla tutuldu.

Sonraları televizyon showlarında gördüğü Adam Ant ile adeta büyülendi. Sonraki yıllarda popüler olan Joan Jett, Patti Smith, Debbie Harry gibi isimler onun idolü oldu. Sanatçı albümde yeni imajına uygun olarak klasik Imelda May tarzından biraz uzaklaşmış, rock ve hatta az da olsa vokal caz sularına girmiş ama fazla sıkmadan, derinleşmeden ve muhafazakar hayran kitlesini küstürmeden, alıştığımız vokal ve Rockabilly etkilerini de ustaca kullanarak gayet güzel bir çalışmaya imza atmış. Eski tarz, yeni tarz arasında gidip gelen şarkılardan bazıları “Human” ve “How Bad Can A Good Girls Be” olarak sayılabilir. Eski tarz sevenler “Sixth Sense” ve “Bad Habbit” gibi şarkılarla mutlu olurken yeni tarzı merak edenler ise “Call Me”, “Levitate”, “Black Tears” ve “Flesh And Blood”ı dinleyebilir.


GREGORY PORTER - NAT “KING” COLE & ME
Kaliforniya doğumlu caz sanatçısı ve şarkı sözü yazarı Gregory Porter, 2010 yılında çıkarttığı ilk albümü “Water” dan bu yana artık günümüz caz müziğinin önemli seslerinden biri olarak kabul ediliyor. Porter, caz otoriteleri tarafından şimdiden Nat King Cole, Donny Hathaway ve Marvin Gaye gibi cazın efsane isimleriyle beraber anılıyor. Sanatçının 2013 yılında çıkardığı “Liquid Spirit” albümü 2014 yılında “En İyi Caz Vokal Albümü” dalında Grammy Ödülü kazandı. Liquid Spirit albümünde yer alan “Hey Laura” şarkısı ise “Best Traditional R&B Performance” ödülüne aday olmaya hak kazandı. Sanatçının geçen sene çıkarttığı “Take Me to the Alley” adlı albümü ise kariyerini iyice tescilleyerek, 2017 de tekrar Grammy “En İyi Caz Vokal Albümü” ödülünü almasını sağladı. Böylece yeni neslin en önemli caz müzisyeni ve söz yazarlarından birisi olarak, kısa ama başarılı müzik kariyerinde kalıcı bir yer edindi. “Esquire” ve “NPR Music” dergileri Porter’ı “America’s Next Great Jazz Singer” olarak seçti. 2017 nin ilk çeyreğinde Porter New York’a dönerek uzun süredir beraber oldukları ekibiyle yeni bir proje için çalışmaya başladı. Bu çok sevdiği Nat “King” Cole’a adeta bir saygı duruşu idi.

Nat “King Cole’un en sevdiği şarkıları yorumlayacaktı çünkü çok sevdiği bu şarkılar onun cazı seçmesine sebep olmuştu. Başka bir alanda belki de bu başarıyı yakalaması mümkün olmayacaktı. Nat “King” Cole şarkıları söylemeyi hep istemişti ancak yukarıda bahsettiğim adımları atmadan yani kariyerinde zirveye çıkmadan bunu yapmak istemiyordu. Ve nihayet albümü kısa sürede kaydederek arşivimize her daim keyifle dinlenecek güzel bir klasik hediye etti.


 A-HA - MTV UNPLUGGED (SUMMER SOLSTICE)

 Albüm hakkında uzun uzun yazmayacağım çünkü zaten Mecmua’nın başarılı yazarlarından sevgili Aykut Öger albümü tüm yönleri ile detaylı olarak inceledi ve yazdı. Yazıyı Mecmua'da okuyabilirsiniz. 1985 yılında "Take On Me" ile tanıdığımız ve sevdiğimiz Norveçli grup A-ha uzun bir ayrılıktan sonra çok özel bir proje ile yılın son çeyreğinde karşımıza çıktı. MTV’nin başarılı grup ve sanatçılarla ortak yürüttüğü “Unplugged” projeleri gerçekten çok başarılı ve arşivlik çalışmalar. Akustik başlı başına farklı bir dünya ve bazen orijinalinden daha dinlenebilir duruma gelebiliyor şarkılar. Bu projede konserlerin verildiği coğrafyalar, mekanlar titizlikle seçiliyor. Bu konser için de, Aykut beyin yazısında belirttiği üzere, Norveç’in Giske adası seçilmiş. Neresi derseniz; Kuzey Atlas Okyanusunda, Grönland Denizi ve Norveç arasında kalan, Norveç Denizine bakan bir mekan imiş. Okyanusa nazır, 24 saat gündüz yaşanan bir “21 Haziran” günü de gerçekleştirilmiş. Ben bu proje albümünü Scorpions’un yine “MTV” ortaklığı ile yaptığı “Unplugged in Athens”e çok benzettim ve çok beğendim.


ROBERT PLANT - CARRY FIRE

İşte benim için yılın en güzel albümü. Efsanevi Led Zeppelin’in vokalisti ve söz yazarı Robert Plant “Carry Fire” adını taşıyan yeni solo albümü ile müthiş bir işe imza atmış. Albümün detaylı incelemesini bir önceki yazımda yazmıştım ancak okumayanlar için burada kısaca bahsedeyim.

Albüm Plant’in “The Sensational Space Shifters” grubu ile 2014 yılında çıkarttığı solo albümü “Lullaby And…The Ceaseless Roar” ın devamı olarak görülebilir. Plant bu albümde artık kesin olarak Ortadoğu coğrafyasına yelken açmış, ortadoğu ezgi ve enstrumanlarına daha fazla ağırlık vermiş ancak klasik Zeppelin unsurlarını da ihmal etmemiş. Her zaman yenilikçi ve dünya müziğine yakın olması dolayısıyla tarzını yadırgamamak gerek. Ancak bu albümde farklı bir durum daha mevcut. Albümü dinlediğinizde şarkı sözlerine bakarsanız, Plant’in bu albümde yoğun bir politik eleştiri yaptığını görüyoruz. Albümde, eski dünyadan yeni dünyaya giden bir zaman tünelinde, dünyanın geldiği durum irdelemiş ve derin politik sulara girmiş. Uğraşılan meseleler son derece küresel ve güncel. Plant somut eleştirilerle, lafını hiç sakınmadan Trump’ın duvarından, karanlık silah tüccarlarına kadar dünyanın geldiği durumu bir ateş topuna benzetmiş fakat umudunu da hiç yitirmemiş. Albümün adını taşıyan “Carry Fire” da bu umudu işaret ederek “ben çıplak ellerimde ateşi senin için taşırım” demiş. Albümü Plant hayranlarına şiddetle tavsiye ederim.


LANG LANG - ROMANCE
Klasik müzik albümü benim alanıma girmemekle birlikte bu albümü yazmaktan kendimi alıkoyamadım. Hepimizin sağda solda dinlediği ve bildiği klasik müzik eserleri vardır. Ancak bu eserlerin bilindik bölümleri eserin bütünü içerisinde bazen küçük bir bölümde yer alır bazen de bilindik ana tema eserin bütünlüğü içinde bir görünür bir kaybolur. Aslında klasik müziğin best of albümü olmaz ama piyasa böyle Best Of’lardan geçilmiyor. Hangi eserin hangi bölümünü hangi orkestra çalmış, acaba albümde yer alan bölüm eserin sizin bilip sevdiğiniz bölümü mü tam olarak bilemezsiniz çünkü detaylı olarak yazmaz albümde. Dünyanın en ünlü piyanistlerinden, klasik müziğin dahi çocuğu Lang Lang, albüm seçkilerinde titizliği ve seçiciliği ile bilinir. Bu yeni albümde de Lang Lang, klasik müziğin romantik dönemine ait bilindik ve güzel eserlerini bir araya getirmiş ve keyifle dinlenecek bir albüm yapmış.

“Romance” albümünde bilindik güzel eserler başrolde. Seçimler her zamanki gibi son derece başarılı. “Romance” baştan sona kadar huzurla dinlenecek bir albüm. Eserlerden örnek vermek gerekirse; Chopin’in Nocturne İn C Sharp Minor.., Tchaikovsky’nin June: Barcarolle..ile The Nutcracker (fındıkkıran), Bach’ın Air Suite G string.. ve daha pek çok güzel ve romantikeserleri mevcut. Bu güzel eserleri Lang Lang’ın yorumu ile dinlemek isterseniz bu albümü mutlaka edinin. Göreceksiniz bir süre sonra başucu albümünüz olmuş.


MAZHAR FUAT ÖZKAN - KENDİ KENDİNE
İşte yıllar sonra bir sürpriz albüm de MFÖ’den geldi. Herşeyden, herkesden bağımsız kendi kendine yaptıkları bu albümün adı da “Kendi Kendine”. Akustik gitarlar, sakin bir bas, huzurlu bir piyano ve perküsyon ile albüm tam grubun olgunluk dönemi albümü olmuş. Baştan sona son derece dingin, telaşsız, kaygısız rahat bir havada. Fuat Güner akustik gitar, Özkan Uğur perdeli ve perdesiz bas ve akustik gitar çalmış. Turhan Yükseler piyanoda, Mehmet Akatay ise perküsyonda. Bu tabloya birde Mazhar’ın vokali ve zaman zaman da grubun üç vokalli söyleme tarzını ekleyin işte size albümün temel özeti. Fuat Güner’in ev stüdyosunda kaydedilen yeni albüm gerçekten de o kadar kendi kendine, aile, dost ortamı içinde yapılmış ki, albümün fotoğraflarını da Mazhar Alanson’un eşi Biricik Alanson çekmiş. Albüm genelde aşk ve ilişkiler üzerine ancak günlük endişeler, geçmişte yaşanan olaylar ve yapılan hatalar albümün temasını oluşturuyor.

Hatta “Hayret Makamı” isimli şarkıda memleket meselelerine bile girilmiş ve o kadar ironik anlatılmış ki ilk dinlediğinizde şarkı hemen aklınıza yerleşiyor. Aslında bu durum diğer şarkılar için de geçerli. “Ayrılık güzel, eğer hemen döneceksen”, “Bırakalım bu Facebook’u, Whatsapp’ı gel seninle gezelim” ve daha niceleri. Albümde yar alan 10 yeni şarkı dışında “Acıyı Bal Eyledik” ve “Türk’üz Türkü Çağırırız” şarkıları da grup tarafından yeniden yorumlanmış ve çok da güzel de olmuş. Teşekkürler MFO.

2017 de çok albüm çıktı ancak burada yazdıklarımın çoğu arşivlik albümler. Bu açıdan seçimimde bu kritere oldukça önem verdim. Bu vesile ile herkese mutlu, huzurlu sağlık dolu bir yeni yıl diliyorum.
Sevgiler.

Tamer TEKELİOĞLU
İSTANBUL
Aralık 2017

Yorumlar