Eskiden beri bir yorumcunun, bestecinin müziğini dinlerken önümde o kişiyle ilgili basılı materyal, kitap, resimler olmasına dikkat etmişimdir. Hele son senelerde internetin yaygınlaşmasıyla çok daha çeşitli bilgi, resim, yazı arşivlemek mümkün hale geldi. Bu şekilde müziğini dinlerken sanatçıyı daha yakından tanıdığıma ve daha fazla keyif aldığıma inanırım. Hele bu sanatçı trajik bir sonla karşılaşmışsa merakım daha da artar.
Jacqueline Du Pré de tam tamına bu tanıma uyan bir sanatçı. Aktif olarak sadece 12 sene (1961-1973) sahnede performans göstermesine rağmen gelmiş geçmiş en başarılı çellistler arasında yer alabilmiştir. Du Pré'nin müziğini her zaman biraz hüzünle dinlemişimdir. Bunda da tabii çok genç yaşta bu dünyadan göçmesinin rolü büyüktür.
Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce kendime şöyle güzel bir “Du Pré” playlisti hazırladım. Sonra da en ünlü yorumu olan 1965 kayıdı “E.Elgar Op. 85 in E Minor”ü dinleyerek yazmaya başladım.
Jacqueline Du Pré 1945 yılında Oxford–Ingiltere'de doğdu. “Du Pré” soyadı ise babasının ailesinin nesillerce yaşadığı Jersey adası kökenli. Annesi Iris Greep bir piyano öğretmeniydi. 4 yaşındayken radyoda duyduğu bir çello konserinden çok etkilendi ve 5 yaşındayken de ilk çellosuna kavuştu. 6 yaşında “London Cello School”da derslere başladı. 7 yaşında ilk konserini verdi. 10 yaşında “Suggia-Cello Prize” ödülünü kazandı. 12-13 yaşlarında BBC konserlerinde çaldı. 1960 yılında meşhur “Guildhall School”u altın madalya alarak birincilikle bitirdi.
Gördüğünüz gibi kariyeri jet hızıyla yükseliyordu. 1961'de ise bir hayranından bir Stradivarius çello hediye edildi. 1673 yapımı bu isimsiz Strad'a sonraki sahibi Lynn Harrell tarafından “Jacqueline Du Pré Strad” adı verilmiş. 1964'de ise yine bir gizemli hayranından meşhur “Davydov Strad”ı hediye edilmiş. Bu şu anda Yo-Yo Ma'nın çaldığı çello. Jacqueline 1964-1970 arasındaki kayıtların hepsini bu Strad ile yapmış.
Şimdi burada biraz duralım. Stradivarius'ların herbiri bugün milyonlarca dolar değerinde ve düşünün 16 yaşındaki bir kıza biri hediye ediliyor ve 3 sene sonra da bu çellolardan belki en değerlisi olan “Davydov Strad” (1712 yapımı) ikinci bir hediye olarak veriliyor.
Du Pré ailesi orta halli bir aile. Baba senelerce Lloyds Bank'ta memur olarak çalışmış, anne ise piyano öğretmeni. Peki bu iki aleti Jacqueline'e kim aldı? Bir yerde bu iki çelloyu da Jacqueline'e vaftiz annesi Ismena Holland'ın aldığı yazılıyordu. Çelişkili yazılar okuduğum için işin bu kısmı biraz karışık. Yorumsuz olarak ileteyim.
7.sayıda Stradivarius'lar üzerine yazımda eksik olan bir bölüm vardı, bu vesileyle kısa bir ekleme yapayım. Zamanımızda Stradivarius'ların çoğunluğu büyük vakıflar, müzeler, şirketler, bankalar tarafından satın alınıyor ve genellikle sahiplerinin etnik, milli, dini kökenlerine uygun kriterdeki genç dâhilere “ödünç” veriliyor. Jacqueline'nin Strad'larının da bu şekilde ödünç verilmiş olduğunu tahmin ediyorum.
Zaten eski çağlardan beri sanatçılar krallar, aristokratların himayesiyle ve mali desteğiyle sanatlarını geliştirebilmişlerdir. Günlük endişelerden arınmamış birinin başyapıtlar yaratması zaten imkansız. Zamanımızda da kralların yerini büyük şirketler ve vakıflar aldığı için değişen fazla bir şey yok. Sistem aynı sistem.
Bu Strad'lar sanatçının aktif kariyeri bitince (ya da anlaşma nasıl yapıldıysa) geri alınıp başka bir dâhi sanatçıya veriliyor, böylece bu aletler özel koleksiyonlarda tozlanmak yerine çalınıp, yaşaması sağlanıyor ve kulaklarımıza ziyafetler sunuyor.
Mesela yan tarafında Napoleon'un botunun izi olduğu rivayet edilen “Davydov Strad”ın şu andaki sahibinin Vuiton Vakfı olduğu ve aleti Yo-Yo Ma'ya ödünç verdiği yazılıyor.Ekleme Napoleon'un botlarının izi olduğu rivayet edilen Stradivarius, Rostropovich'in çaldığı "Duport Strad" adlı çellodur.
Yine “Jacqueline Du Pré Strad”ını şu anda çalanın ise Rus çellist Nina Kotova olduğu söyleniyor.
Bu ödünç vermeler gizli yapıldığı için şartları haliyle pek bilinmiyor ama söylentiler bol. Aşağıdaki linke bilinen Strad'ların tarihçelerinin olduğu uzunca bir yazı ekledim. Merak edenler dosyayı buradan indirebilirler, detaylı bilgiler var.
Evet, Jacqueline'nin hayat hikayesine kaldığımız yerden devam edelim.
Jacqueline 1961'de Strad'ıyla Londra Wigmore Hall'da ilk önemli konserini verir ve bu konserde “E.Elgar'ın Op. 85 in E Minor”unu çalar. Aynı eseri 1965 yılında Sir John Barbirolli yönetimindeki London Symphony Orchestra eşliğinde çalar ve bu kayıt onu dünya çapında ünlü yapar.
Artık bütün kapılar ona ardına kadar açıktır. Dünyanın en ünlü konser salonlarında birbiri arkasından konserler verir. Kısa kariyeri süresince Berlin Philharmonic Orchestra, London Symphony, London Philharmonic, New Philharmonia Orchestra, BBC Symphony Orchestra, New York Philharmonic ve Los Angeles Philharmonic Orchestra gibi orkestralarla ve Sir Adrian Boult, Sir John Barbirolli, Zubin Mehta, ve Leonard Bernstein gibi ünlü şeflerle konserler verir.
Bu arada 1966 yılına kadar ünlü çellist Mstislav Rostropovich'den dersler almak üzere zaman zaman Moskova Konservatuarına gider.
1966 yılın Noel'inde piyanist ve şef Daniel Barenboim'la tanışır ve ertesi sene evlenirler.
1971'de Jacqueline'nin parmaklarında hissizleşme başlar ve giderek bütün vücuduna yayılır. Şubat 1973'te New York
Jacqueline Du Pré ve eşi Daniel Barenboim
Philharmonic'le birlikte vereceği dört konserin üçünü hastalığının belirginleşen semptomları nedeniyle çok zor gerçekleştirir ve iyi performans gösteremez, dördüncüsünü ise iptal etmek zorunda kalır. Bu üç konser, onun son konserleri olur.
Ekim 1973'te “multiple sclerosis” teşhisi kondu. Birkaç sene daha çello dersleri verebildi ama sonra hastalığının ağırlaşması üzerine evine kapandı ve 19 Ekim 1987'de 42 yaşında hayata gözlerini kapadı. Jacqueline Du Pré'nin çok kısa ama bizlere ölümsüz eserler bıraktığı hayatı böylece sona erdi.
Ölümünden sonra ablası Hilary'nin yazdığı “A Genius in the Family” kitabının 1998 yılında sinema filmi çekildi. “Hilary and Jackie” adlı film Jacqueline'nin hazin hayatını, aralarındaki rekabeti, bağlılığı, ruh halini, ilk önce kendi gözünden ve sonra da kardeşinin gözünden anlatıyor. Filmin sonunda ise Jacqueline'in hayaleti küçükken ablasıyla oynadığı kumsalda durur ve ikisinin çocukluk hallerini ve oynamalarını seyreder. Başrollerini Emily Watson, Rachel Griffiths ve James Frain'in oynadığı filmde bilhassa Emily Watson'ın “Jacqueline”performansı mükemmel olmuş. Filmin yönetmenliğini de Anand Tucker yapmış.
Bizde sinemalarda oynadı mı bilemiyorum ama en son Mart ayında TV8'de gösterildi. Çok dokunaklı bir film, eğer seyrederseniz yanınıza bol miktarda mendil, hatta en iyisi çarşaf alın, lazım olacaktır. O gece film sonrası klasik müzikle hiç alâkaları olmayan misafirlerin “o parçayı çalsana” ısrarları üzerine Edward Elgar Op. 85'i birkaç kere üstüste çalmak zorunda kalmıştım.
Filmde ayrıca “Joseph Haydn, Johann Sebastian Bach, Johannes Brahms, César Franck, Matthias Georg Monn, Georg Friedrich Händel, Robert Schumann, Ludwig van Beethoven, and Antonín Dvořák” gibi bestecilerin eserleri de var.
Ölümünden sonra bir güle “Jacqueline Du Pré” adı verilmiş. Fildişi renkli, benekli ve 10cm çapındaki çiçeğiyle yaz boyu açıyor.
Umarım Jacqueline Du Pré'yi bir daha dinlediğinizde müziğine daha değişik bir gözle bakacak ve notalarında biraz hüzün duyacaksınız. EMI firması “Jacqueline Du Pré - Complete EMI Recordings” adlı 17 CD'lik bir set çıkardı. Tavsiye ederim, çok keyifli bir set olmuş.
Ben de yatmadan önce şu 1965 Elgar yorumunu bir daha çalayım bari, hüzünlendim vallahi.
S.B.
http://beskurt.wordpress.com
Bu gün tam damardan sanatçıları okuyorum vallahi, bu son yoksa günü tamamlayamayacağım.
YanıtlaSilDu Pré'nin özellikle E.Elgar’ın Op. 85 in E Minor performansında "I. Sea Slumber-Song" beni çok etkilemiştir.
Teşekkürler paylaşım için,
Sevgiler
Şimdi bendeki albumu dinlerken farkettim ki, Albumde Elgar'ın "Sea Picture"ı da dahilmiş.
YanıtlaSilBen de ne zamandır Du Pré diye dinliyorum tüm albumu :)
Ama olsun Op.37'nin Sea Slumber'ı hala favorimdir :)
O değil de rezil olduk şimdi, isterseniz hiç yayınlamayın bu mesajları hahahah
İlk olarak Jacqueline Du Pré'yi Viola çalan bir arkadaşımdan öğrenmiştim, ben gitar çaldığım için ona en iyi gitaristleri tavsiye edip dinletiyordum o da bana Klasik ve Barok dehaları, ben ona Jason Becker'i dinlettiğimde hayran olmuştu o da bana Jacqueline Du Pré'yi, ikisinin de ortak yanı Deha olmaları yanında malesef aynı hastalığa sahip olmalarıydı, Jason hâlâ yaşıyor ama MS hastalığı nedeniyle hareket edemiyor, buna benzer dehaların, dünyaya hiç bir kötülükleri dokunmazken ve çevresindeki insanlara ilham aşılarken düştükleri bu durum, hayatı, özellikle yaratıcıyı bir çok kez sorgulamama neden olmuştur, tarih boyunca ölmesi gereken binlerce insan (Hitler, Stalin gibi) çevresine zarar verip milyonları yok ederken, yaşaması gereken bu insanların acıları ne zaman aklıma gelse gözlerim doluyor.
YanıtlaSilJason Becker'i merak edenler ''Not Yet Dead'' adlı belgeseli izleyebilir.
Ayrıca müziğini merak edenler buradan başlayabilir, diğer parçaları Neo Classic ve Elektro gitardaki Shred tekniğinin bir araya gelmiş hali olduğundan dolayı çok hızlı ve sert gelebilir.
Bu eseri yaptığında 19 yaşındaydı.
https://www.youtube.com/watch?v=JtjOe5e9VFA
”Not Yet Dead” belgeseline bir bakış atacağım... Selamlar...
YanıtlaSilJacquline Du Pre müthiş bir yorumcu, gerçek bir trajedi olan kısa hayatında yaptıkları onu ölümsüz sanatçılar listesinde ilk sıralara koyuyor, müzik ve trajediyi birbirinden ayırmak olanaksız. Sizi kendi yaşadığı trajedinin içine sokuyor eline enstrümanı aldığında. Filmi izlememiştim, en kısa zamanda izleyeceğim.
YanıtlaSil"Hiç bir şeyi öğernemediğimi öğrendim" sözüne, hiç bir zaman böylesine bağlanmamıştım.
YanıtlaSilAynı dünyada yaşayan insanların, birbirlerine kozmik uzaklıkta olduklarından hiç şüphem kalmadı.
Bu bloğa yapımda olan merağım sayesinde ulaştım ulaşmasına ama, okuduktan sonra, kapınızdan utanç içinde çıkıyorum.
Çünkü, bir face paylaşımında hasbel kader rastladığım siyah-beyaz bir kareyi tıkladığımda, hayatımda ilk kez duyduğum Jacqueline Du Pré'nin, muhteşem gerçeğiyle tanıştım. Sonra, araştırırken, kendimi burada buldum.
O siyah beyaz resmin üzernde, "Jaklin'in gözyaşları" yerine, "opus" gibi adlandırma olsaydı, belkide resme tıklamaz, ve bu muhteşem anıt sanatçıyı hala tanımamış olurdum.
Sizlere de, bu değerli çalışmanız için, minnettar kaldım. Harika bir biyografi hazırlamışsınız.
Çoook çok teşekkür ederim.
Her kimseniz