Robert Plant -Carry Fire


ROBERT PLANT - CARRY FIRE
İşte benim için yılın en güzel albümü yıl sonunda geldi. Efsanevi Led Zeppelin’in vokalisti ve söz yazarı Robert Plant “Carry Fire” adını taşıyan yeni solo albümü ile müthiş bir işe imza attı. Albüm Plant’in “The Sensational Space Shifters” grubu ile 2014 yılında çıkarttığı farklı ve müthiş solo albümü “Lullaby And…The Ceaseless Roar” kadar güçlü ve bu albümün devamı niteliğinde nefis bir ozan albümü. “Band Of Joy” albümünden bu yana artık kez Folk Rock sularından daha yerel sayılabilecek Ortadoğu coğrafyasına yelken açmış bir Robert Plant var karşımızda. Space Shifters ile bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya yapılan seyahatin ikinci bölümü adeta. Albümü detaylı incelemeden önce Robert Plant hakkında hafızayı kısaca tazeleyelim.



LED ZEPPELIN ÖNCESİ PLANT
Robert Anthony Plant, 20 Ağustos 1948 tarihinde, Robert ve Annie Plant çiftinin oğlu olarak West Bromwich, İngiltere’de dünyaya geldi. Halesowen kasabasında büyüyen Plant, küçük yaşta iyi bir müzik dinleyicisi idi. O dönemde en sevdiği şarkıcı herkesin olduğu gibi Elvis’ti.

Stourbridge’de sadece başarılı gençlerin kabul edildiği King Edward VI Koleji’nde eğitimine başlayan Robert, müziğe olan aşırı düşkünlüğünden dolayı derslerini ikinci plana iterek okulu önemsememeye başladı. Müzik, özellikle yeni keşfettiği Blues hayatında o kadar çok önemli hale gelmeye başladı ki, artık okula daha fazla vakit ayıramayacağını anladı. Ailesinin tüm uyarılarına hatta evlatlıktan red edileceği ikazlarına kulak asmayarak, 16 yaşında evi ve kasabayı terketti. Walsall’a yerleşti. Burada çeşitli Blues gruplarında çalmaya başladı. “Blake Snake Moan” ve “Delta Blues” gibi yerel gruplarda çaldı. 1967 yılında sahne aldığı grubu “The Crawling King Snakes” sayesinde Zeppelin’de birlikte çalacağı davulcu John Bonham “Bonzo” ile tanıştı. Birlikte bir süre çaldılar. Robert bir Caz ve Blues vokalistinde bulunması gereken bütün özelliklere sahipti ama bu gruplarla bir yere varamıyordu. O dönemde kız arkadaşı ve daha sonra eşi olacak Maureen, Robert’a çok destek oluyordu. İkisinin de çabalarıyla 1967’de CBS ile solo bir kontrat imzalamayı başardı. Bu kontrat altında İki 45lik çıkartan Plant, plak satmayınca daha önce yaşadığı yere geri döndü. Burada “Band of Joy” u kurarak küçük klüplerde ve okul partilerinde çalmaya başladı. Grup ile küçük başarılar yakaladı ve yavaş yavaş adını duyurmaya başladı. Ancak bu grubun ömrü pek uzun olmadı. Henüz hiçbir somut başarı gösteremeyen Plant sadece haftanın bazı günleri yerel gruplarla sahne alarak geçimini sağlarken aniden karşısına ilginç bir fırsat çıktı. “The Yardbirds” isimli grubuyla bilinen Jimmy Page bir arkadaşı ile onu dinlemeye gelmişti.


Aslında durum gerçekte şöyle idi; Robert Plant çok fazla bir başarı gösterememiş olsa da, bulundukları yerde, Band Of Joy sayesinde güçlü bir sese sahip vokalist olarak adını duyurmuştu. Gitarist Jimmy Page ise o sırada kendi rock grubuna güçlü bir vokal arıyordu. Plant'i tesadüfen West Midlands College’da verdiği konserde gördüğü gün defterine yazmıştı. Kısa bir araştırma sürecinden sonra Plant’i bulmuş ve arkadaşı ile dinlemeye gitmişlerdi. Page, o kolej partisindeki konserden aklında kaldığı gibi Plant’in sesini oldukça etkileyici bulmuştu. Onu mutlaka gruba dahil etmeliydi. Bu sebeple birkaç ikna turu yaptı ve sonunda gruba almayı başardı. Plant’in ise bir şartı vardı; arkadaşı davulcu Bonzo’nun da gruba katılmasıydı. Robert ve Bonzo’nun katılmasıyla kadrosu şekillenen grup şimdilik “The Yardbirds” adını taşıyordu. Bu arada çok yetenekli bir bas gitarcı olmasına rağmen evde boş boş oturan John Paul Jones, Page'in yeni bir grup kurduğunu öğrendi. Page ile bir çok kez başkalarına ait albümlerin stüdyo kayılarında birlikte çalmışlardı. Bu tanışıklık Jones’un da gruba katılması ile bir anlam kazandı ve Led Zeppelin efsanesi “The New Yardbirds” adı altında başladı.

“The New Yardbirds” olarak verdikleri konserlerden birinde, dönemin önemli gruplarından “The Who”nun davulcusu Keith Moon onları dinlemiş ve konserden sonra şöyle bir yorumda bulunmuştu : ''Siz bu kafayla kurşundan bir zeplin gibi yere çakılırsınız!''. İşte bu yorum gruba yeni adını kazandırdı : “Led Zeppelin”

Zeppelin’in başarısı malum, hikayesini daha önceki bir yazımda yazmıştım. Robert Plant gruptan ayrıldıktan sonra da çok farklı ve güzel albümler ile yoluna devam etti. Plant’in Ortadoğu ve Kuzey Afrika sound’una yakınlığı zaten Zeppelin döneminden bu yana bilinen bir özelliği idi. “Kashmir” bunun en bilinen örneği olmakla birlikte şarkının Mısırlı icracılarla olan yorumu da tamamen Plant’in bu tarza olan tutkusunu gösterir. Şimdi Plant’in Zeppelin sonrası yolculuğuna kısaca göz atalım.


ZEPPELIN SONRASI PLANT
Plant’in Zeppelin yıllarında başından pek çok talihsiz olay geçmişti. 1975 yılında geçirdiği trafik kazasında eşiyle beraber neredeyse ölümle burun buruna geldi ve ağır yaralı olarak kurtuldu. 1977 yılında ise henüz 5 yaşındaki oğlu Karac’ı ağır bir enfeksiyon nedeniyle kaybetti. Ve son ağır darbe de en yakın arkadaşı Bonzo’nun 1980 yılında genç yaşta ölümü oldu. Plant bu olaylar sebebiyle bir süre için müzikten uzak kaldı. Daha sonra ise grup bir basın açıklaması yaparak Led Zeppelin’in Bonzo’suz devam etmeyeceğini bildirdi.

Bonzo’nun ölümü Zeppelin efsanesine son vermişti ancak grup 1980’de dağıldığında Robert Plant’in kariyerine ara vermeye hiç niyeti yoktu. Ayrılmasının ardından yaklaşık iki yıl kadar müziğe ara veren Plant, 1982 yılında çıkarttığı ilk solo albümü “Pictures at Eleven” ile sahnelere geri döndü. İngiltere ve Amerika müzik listelerinde 2. sıraya kadar yükselen albüm, sanatçının başarılı solo kariyerininde başlangıcı oldu. Bu albüm aynı zamanda Plant’in hayranlarına sanatçının ileride daha güzel işler yapacağının da sinyalini veriyordu. Plant belli bir tarza takılıp kalmayı hiç bir zaman kabul etmemişti. Sürekli müziğini geliştirme yönünde yeni fikirler ve projeler üretti. Eskiden beri ilgisini çeken Folk, Kelt, dünya müzikleri, Orta Doğu ve Kuzey Afrika tarzlarını harmanlayarak müziğine entegre etmeye çalıştı ve böylece kendi tarzını, kariyerini yarattı. Bu tarz ile ”Pictures at Eleven” albümünden bu yana pek çok albüm yaptı. Sırasıyla 1985 tarihli “Shaken 'N Stirred”, 1988 tarihli  “Now & Zen”, 1990 tarihli “Manic Nirvana”, 1993 tarihli “Fate of Nations”, 1994 tarihli “No Quarter”, 1998 tarihli “Walking into Clarksdale”, 2002 tarihli “Dreamland”, 2005 tarihli “Mighty Rearranger”, 2007 tarihli Alison Krauss ile yaptığı “Raising Sand” ki bu albüm çıktığı sene yılın albümü seçilmiş, 2008 yılında da Grammy ödülü almıştır, 2010 tarihli eski grubu ile aynı adı taşıyan “Band of Joy” ve 2014 tarihli yeni grubu The Sensational Space Shifters ile “lullaby and... The Ceaseless Roar” dur. Bu albüm ile Plant Amerikan Folk, Kelt ve Ortadoğu sound’unu harmanlayarak yeni ve özgün bir tarz yaratmış ve artık bu yolda ilerleyeceğinin sinyalini vermişti. Nitekim yeni albümü “Carry Fire” da bunun kanıtı.

CARRY FIRE : ATEŞ TOPUNDAN BİR DÜNYA
Robert Plant Carry Fire da müzikal tarzını “lullaby…” den bir adım daha ileri götürerek Ortadoğu ezgi ve enstrumanlarına daha fazla ağırlık vermiş ancak klasik Zeppelin unsurlarını da eser miktarda albüme serpiştirmiş. Bu tarz, Plant hayranlarının beklediği bir sonuç aslında. Solo kariyerindeki serüvenine baktığımızda her albümün bir öncekinden daha ileriye gittiği malum. Her zaman yenilikçi ve dünya müziği tutkunu olması bu beklentiyi oldukça güzel karşılamış diyebiliriz. Ancak bu albümde farklı bir durum daha mevcut. Albümü dinlediğinizde şarkı sözlerine dikkat ederseniz eğer, Plant’in bu albümde ciddi bir politik eleştiri yaptığını görüyoruz. Şarkı sözleri ile eski dünyadan yeni dünyaya giden bir zaman tünelinde, dünyanın geldiği durum irdelemiş ve tıpkı Roger Waters’ın son albümü “Is This The Life We Really Want” misali, derin politik sulara girmiş. Uğraşılan meseleler son derece küresel ve güncel. Plant somut eleştirilerle, lafını hiç sakınmadan Trump’ın duvarından, karanlık silah tüccarlarına kadar dünyanın geldiği durumu irdeliyor ve bu durumu ile dünyayı adeta bir ateş topuna benzetiyor fakat umudunu da hiç yitirmiyor. “Bones Of Saints”, Carving Up The World Again... A Wall And Not A Fence” ve “The New World” bu karamsarlıkta giderken “Carry Fire” da adeta bu umudu işaret ederek “ben çıplak ellerimde ateşi senin için taşırım” diyor. Ne kadar muhteşem bir söz, bu adamı ve müziğini gerçekten seviyorum. Albümü Plant hayranlarına şiddetle tavsiye ederim.

Albümdeki bir güzellik de şu: Albümde Ersel Hickley’in meşhur “Bluebirds Over The Mountain” şarkısını da cover’layan Plant bunu Pretenders’ın solisti Chrissie Hynde ile gerçekleştirmiş.
Son olarak albümde yoğun olarak duyduğumuz keman ve perdesiz gitarda Plant ve grubu Space Shifter’a Arnavut kökenli çellist Redi Hasa ve Seth Lakeman eşlik etmiş.


Tamer TEKELİOĞLU
İSTANBUL 2017



Yorumlar