Paul McCartney - Egypt Station



PAUL McCARTNEY – EGYPT STATION
Batılıların “Save the best for last” prensibine uyarak, ben de benim için yılın en güzel albümünü yılın son yazısına sakladım. Aslında biraz da plağın gelmesi için bekledim ve nihayet albüm yurtdışında yayınlandıktan aylar sonra Türkiye’ye geldi. “Egypt Station” önemli bir albüm ve güzel bir yazıyı hak ediyor. Bu sebeple albümü yazmadan önce albüm ile ilgili erişebildiğim yabancı kaynaklarda çıkan haber ve röportajları okuyarak, bir şey atlamadan yılın son yazısını yazmak istedim. Tabii albüm bir yana, Paul McCartney’i yazmak kolay değil. O kadar çok yönlü, hayatı dolu dolu yaşamış ve yaşamakta olan sanatçı artık yaşayan efsane olmuş. Efsaneleri yazmak zordur. Bakalım başarabilecek miyim ? O halde buyurun McCartney’i okumaya ve albüm hakkında bilgi sahibi olmaya. Umarım beğenirsiniz.

Paul McCartney hayata tüm enerjisi ile asılan, bunca yaşına rağmen hala güzel müzik yapmaya devam eden nadir bir sanatçı. 2005 yılında yapılan “Live 8” konserinde, konserin açılışında Paul McCartney’den hemen sonra sahne alan U2’nun solisti Bono tarafından “Gift to the World-Tanrı’nın bir lütfu” olarak anons edilen sanatçı, müzik tarihinin en iyi besteci ve söz yazarlarından biri olarak kabul ediliyor ve bu sebeple müzik dünyasının Mekke’si (Macca) olarak anılıyor.

2013 yılında yayınladığı “New” albümünden 5 sene sonra 18. solo albümünü çıkaran efsane müzisyen, yeni albümü “Egypt Station” ile hikayelerini anlatmaya devam ediyor, hatta Beatles döneminin de bir nevi hesaplaşmasını yapıyor. Albümü en temel olarak anlatmak gerekirse, McCartney’in bir röportajında söylediği ifade yeterli olacaktır diye düşünüyorum: “Albümündeki her parça, 77 yıllık yolculuğumda uğradığım bir durak gibi”. Bu arada sanatçının albüm kapağı olarak kullandığı resim, 1995 yılında kendi yaptığı aynı isimli tablosu olmuş. İsterseniz gelin önce McCartney’in biyografisine kısa bir göz atalım.


JAMES PAUL McCARTNEY
Gerçek adı James Paul McCartney olan sanatçı 18 Haziran 1942‘de Liverpool, İngiltere‘de dünyaya geldi. Çocukluğunda kendisinden iki yaş küçük kardeşi Michael (Mike) ile iyi anlaşıyor ve birlikte vakit geçiriyorlardı. Paul 5 yaşındayken, “Stockton Wood Road Primary” ilkokuluna başladı. İlkokulun ardından “Joseph Williams Junior School”a devam etti. 1953‘te “Liverpool Institute”e girerek, burada George (Harrison) ile tanışan Paul’ün ailesi 1955 yılında Allerton’a taşındı. Paul ise Liverpool’da okulunu bitirene kadar kalmaya devam etti. Bir sene sonra yani 14 yaşındayken annesi Mary’i kanserden kaybetti. Babası James İrlanda kökenli bir piyanist ve trompetçiydi. 1920'lerde bir süre “Jim Mac's Jazz Band” isimli orkestrayı yönetmiş, oğullarının da müzikle ilgilenmeleri için uğraşmıştı. Babası ile sık sık konsere giderlerdi. Annesi öldükten sonra babası Paul'e bir trompet hediye etti. Paul bir süre trompet ile meşgul olduktan sonra, trompetini 15 sterlinlik bir “Framus Zenith” marka çelik telli gitar ile değiştirdi. Bu gitarla ilk şarkısı "I Lost My Little Girl"ü besteledi. Sonraları piyanoya merak saldı. Piyanoyla da ikinci şarkısı "When I'm Sixty-Four"u besteledi. Babası onun müzik dersleri almasından yanaydı ancak Paul kendi kendini geliştirme yolunu seçti ve müzik eğitimi almadı.

Paul, 6 Temmuz 1957, sonraki yıllarda çok yakın arkadaş olacağı John (Lennon) ile tanıştı. John da Paul gibi annesini erken yaşta kaybetmişti. Annelerini erken kaybetmiş olmanın verdiği yakınlıkla, müziğe tutkulu olan bu iki gencin arkadaşlıkları artık tamamen pekişmiş ve sıra birlikte dünyayı değiştirecek şarkılar bestelemeye gelmişti. Müzik her ikisinin de ortak tutkusuydu ve üzerinde çok kafa yoruyorlardı. Çok geçmeden bir grup kurarak adını “The Quarrymen” koydular. Paul okuldan arkadaşı olan George’un da gruba katılmasını istiyordu ancak John, yaşı küçük olduğu için önceleri George’un gruba dahil edilmesini pek istemiyordu. Sonraları Paul’ün ısrarı ile John ikna oldu ve George’da gruba gitarist olarak katıldı. Buna istinaden John’un arkadaşı Stuart (Sutcliffe) da gruba katılmıştı fakat Paul Stuart’ı pek yetenekli bulmuyordu. Grubun ismi konusunda da kararsız olan ekip önce “The Silver Beetles”a karar kıldı ama 1960 yılının ağustos ayında “The Beatles” isminde hemfikir oldular ve yeni isimleriyle ilk performanslarını Hamburg‘da gerçekleştirdiler.

Menajerleri Allan Williams‘ın çabalarıyla Hamburg’da bir klüpte çalmaya başlayan grup, isimlerini duyurmak için büyük mücadele veriyordu. Ancak Paul’ün başı polisle derde girince sınır dışı edildi. George yaşı küçük olduğu, John’un da çalışma izni bittiği için Hamburg’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Bir süre ayrı kaldılar. Aralık 1960 da yeniden bir araya gelerek çalıştılar ve bir sene sonra Liverpool‘da ilk konserlerini verdiler. Paul, Liverpool’lu birçok grubun sürekli bilinen belli başlı şarkıların cover’larını çaldıklarını bildiği için yeni besteler peşindeydi. Grup Mart ayında verdiği konserden bir ay sonra tekrar Hamburg’a geri döndü ve burada Tony Sheridan‘la “My Bonnie”yi kaydetti. Bu arada Stuart kontratı bitmiş ve gruptan ayrılmak durumunda kalmıştı. Bu durum Paul’ün işine geldiği için Stuart’ın kontratını uzatmak yerine, onun yerine bas gitar çalmaya başladı. Yeni menajerleri Neil Aspinall‘ın gayreti ile Decca Records‘la anlaşmaya çalışan grup, Decca’nın daha sonra fikrini değiştirerek anlaşma yapmaktan vazgeçmesi üzerine yine Hamburg’a geri döndü. Hamburg artık onlar için ikinci adres gibiydi ve burada farklı bir atmosfer yakalıyorlardı. Ancak Hamburg’da bu kez onları kötü bir haber bekliyordu. Gruptan ayrılan arkadaşları Stuart’in ölmüştü.
Bir çok plak firması tarafından geri çevrildikten sonra nihayet Parlophone Records ile 9 Mayıs 1962’de kontrat imzaladılar ve “Love Me Do” 5 Ekim 1962’de yayınlandı. Beatles nihayet kendine bir çıkış kapısı bulmuş ve sıra tüm dünyayı sallamaya gelmişti. İlk albümleri “Please Please Me” de yer alan tüm şarkılar, John ve Paul’ün sadece bir günde kaydettikleri ortak çalışmalarıydı. Bu kayıtlar esnasında aralarına yeni katılan Ringo (Starr) ile grup tekrar dört kişi olmuştu.


Sadece müzik dünyasını değil, toplumun o güne kadar olan bir çok değerini ve alışkanlıklarını da bir anda yerle bir eden Beatles’ın hikayesi ayrı bir yazı konusu olması sebebiyle burada Beatles’ın hikayesine girmeyeceğim ama merak eden okurlar için sevgili Bülent Şaman’ın son derece detaylı ve akıcı “The Beatles” yazısını referans vererek, grubun ayrılık çanlarının çaldığı son dönemlerinden bu güne Paul McCartney ile devam edeceğim.

1960’ların sonlarına gelirken, Beatles dünyada fırtına gibi esmiş ama asıl fırtınalar kendi içinde de kopmaya başlamıştı. Artık işler göründüğünden biraz farklı gidiyordu. Grup elemanları çok hızlı gelen bu şöhretin ağırlığı altında ezilmemek için farklı farklı davranışlar gösteriyor, bireysellik ön plana çıkıyordu. Başka müzikal projelerle de ilgilenen Paul, 1966 yılında “The Family Way” filminin müziklerini yazdı. Bu müzikal eseri ile “Ivor Novello Award” ödülünü alan Paul artık grup çalışmalarına yeteri kadar katılmıyor ve başka müzisyenler için şarkılar yazıyordu. Bu süreçte Capitol Records‘la sözleşme imzalanması söz konusu olduğunda, John ile anlaşmazlığa düşen ve ardından arası açılan Paul, grubun diğer üyeleriyle de sorunlar yaşamaya başladı. Paul’ün özel hayatı da sorunlu geçiyordu. 5 yıl boyunca nişanlı kaldığı Jane’den ayrılan sanatçı, 1969 Eylülünde John’un gruptan ayrılma kararı alması, bunun üzerine George ile Ringo’nun da müzik çalışmalarına ara vermeleri ile sarsıldı. Aslında bunu bekliyordu ama yine de pek hazır değildi. Bir süre solo çalışmalar yapan Paul, aynı yıl Amerikalı bir fotoğrafçı olan kız arkadaşı Linda ile evlenerek hayatına yeni bir düzen ve solo çalışmalarına da hız verme kararı almıştı. İlk solo albümü “McCartney”i yayınlamadan bir hafta önce müzik dünyası sarsıcı bir haber ile çalkalandı. Beatles, 10 Nisan 1970‘de grubun dağıldığını açıkladı. Müzik dünyasında bir dönem kapanırken, aslında kapanan bu dönem müzik dünyasının geleceği için pek çok yeniliğe kapılar açmıştı. Artık hiç birşey eskisi gibi olmayacaktı.


Beatles’ın dağıldığının açıklanmasından sonra Paul, eşi Linda’nın da desteği ile solo çalışmalara hız vererek, grubun dağılmasından 1 yıl sonra ikinci solo albümü “Ram”i yayınladı. Akabinde gitarist Denny Laine ve davulcu Denny Seiwell‘le “Wings” grubunu kurdu. Grup ilk albümleri “Wild Life”ı 1972‘de yayınladı. Aynı yıl Paul, James Bond filmi “Live and Let Die”ın müziklerini yaptı.
Wing’in 1973 yılında piyasaya sürdüğü ikinci albüm “Red Rose Speedway” Amerika Billboard listelerinde 1 numaraya kadar yükseldi. Bu albüm “Wings”in listebaşı olan ilk albümü oldu. Aynı yıl 16 Nisan‘da Paul, TV’de “James Paul McCartney” isimli bir show programı sunmaya başladı. 73 yılı Paul için başarılı bir yıl oldu, yine aynı yıl Wings ile çıkarttığı efsane “Band on the Run” albümü 2 dalda Grammy ödülü alarak grubun en iyi albümlerinden oldu.

Wings ile çalışmalar iyi gidiyordu, konser, turneler ve TV showları derken, 1975 yılında “Venus And Mars” geldi ama albüm pek başarı sağlayamadı. Bir yıl sonra gelen “Wings Over America” ise Amerika turnesinde verdikleri konserlerin kayıtlarından oluşuyordu ve 3 plaklık bir set olarak sınırlı sayıda basılmıştı. Bu albüm Grammy’nin “en iyi sınırlı üretim özel sürüm albümü” ödülünü aldı. 1977 yılı sonlarında Wings’le ile yaptığı “Mull of Kintyre” albümü 1984 yılına kadar İngiltere’nin en çok satış yapan albümü oldu. sonrasında gelen albümler başarı sağlayamadı ve Wings 1981 yılında müzik hayatına son verdi.

Zaman çok hızlı geçiyordu. Paul, John ile olan ilişkisinde sorunlar yaşamasına rağmen 70’li yılların sonlarına doğru tekrar görüşmeye başlamışlardı. Hatta bazı özel projelerde birlikte yer almayı bile konuşuyorlardı. Paul, 9 Aralık 1980’de John’un ölümünü duyduğunda büyük bir şok ve üzüntü yaşadı. John’un ölümünden sonra bir süre kendine gelemeyen Paul, John’un ölümünden altı ay sonra Lennon ve Beatles anısına “All Those Years Ago”yu kaydetti.

Paul, solo çalıp söylediği “McCartney II” albümünü yayınladıktan sonra 1982‘de “Tug of War” albümünü yayınladı. Stevie Wonder‘la yaptığı ve çok sevilen düet “Ebony and Ivory” şarkısının da yer aldığı albümde, yine Lennon’a adanan “Here Today” isimli bir şarkı yer alıyordu.
1983 yılında Michael Jackson‘la düet yaptığı “The Girl Is Mine”, Jackson’ın Thriller albümünde, yine Jackson ile söylediği “Say Say Say” ise aynı yıl çıkarttığı “Pipes of Peace” albümünde yer aldı.her iki şarkı da o dönemde çok tutuldu.

90’lı yıllarda klasik müziğe yönelen müzisyen, Carl Davis‘le “Liverpool Oratorio” projesinde birlikte çalıştı. Bir sonraki klasik müzik projesi 1995‘te Anya Alexeyev‘le birlikte kaydettiği “A Leaf” oldu. Bu çalışmasıyla kraliyet tarafından ödüllendirilen McCartney, 1997 yılında “Standing Stone”, 1999 yılında “Working Classical” ve 2006 yılında da “Ecce Cor Meum” adında 3 klasik müzik albümü daha kaydetti. Bu albümler İngiltere’nin klasik müzik yayını yapan radyolarında çalınmaya başladı.
1984’te yazdığı ve başrolünde oynadığı “Give My Regards to Broad Street” oyunu ile izleyici karşısına çıktı. Bu oyun için bir de albüm yapıldı. Albüm değişik bir konsepte, içinde Beatles ve Wings şarkılarının da yer aldığı eski, yeni karışık bir Broadway oyunu tarzındaydı. Paul bu oyunun üzerinde uzun süre çalışmıştı. Oyunun ve albümün başarılı olması üzerine bir süre inzivaya çekildi.
Oldukça uzun bir aradan sonra 1997’de yayınladığı ”Flaming Pie” ile Paul müziğe geri dönüşünün müjdesini verdi. Bu albüm “Tug War”dan sonra en iyi albümlerinden birisi oldu.


2001 yılı Paul için şanssız bir yıl oldu. 1995 yılında kansere yakalanan eşi Linda, hastalıkla olan tüm mücadelesine rağmen, artık hastalığın son aşamasına gelmişti. Daha 2 ay önce kanseri yendiğini açıklayan Linda bu mücadelesinde kansere yenik düşmüş ve vefat etmişti. New York’da show dünyasının ünlü avukatı Lee Eastman’nın kızı olan Linda 19 yaşındayken annesini bir uçak kazasında kaybetmişti. Üniversitede sanat tarihi okuyan Linda, Jimi Hendrix, Bob Dylan ve Doors gibi grupların fotoğraflarını çekmesiyle ismini duyurmuştu. 1967 yılında Beatles’ın fotoğraflarını çekmek için Londra’ya gelen Linda Paul ile tanışmış ve kısa süre sonra evlenmişlerdi. Evlendikten 29 yıl sonra kanser onları ayırmıştı. 29 yıl boyunca bir tek gece ayrı kaldığı eşi Linda’nın ölümü Paul’ü derinden sarmış ve Paul Sussex’deki çiftlik evine kapanarak, acısını unutmak için onun anısına, onun çektiği “Beatles” fotoğraflarından ve filmlerinin sahne arkası görüntülerinden oluşan “Wingspan: An Intimate Portrait” isimli belgeseli yayınladı. Aynı yıl kasım ayında ise “Driving Rain” adlı albümü çıkarttı.

Yanlızlık Paul’e ağır gelmişti. Linda’nın ölümünden 1 yıl sonra Heather Mills ile evlendi ancak Linda’da bulduğu ışığı onda bulamadı ki 5 yıl sonra ayrıldılar. Ayrıldığı yıl yani 2007 yılında ironik isimli “Memory Almost Full” albümünü yayınlayan Paul bu albümle artık gönül işlerine son verdiğinin mesajını veriyor gibiydi. 2011 yılında çıkan “Ocean’s Kingdom” ve 2013 yılında çıkan “New” albümleri çıktı ancak her iki albüm de pek ses getirmedi.

EGYPT STATION
Aradan geçen 5 senede anlaşılıyor ki Paul McCartney epey toparlanmış ve kendini müziğe konsantre etmiş. Albüm birbirinden güzel 16 şarkıdan oluşuyor. Açılış şarkısı “Opening Station” albümün adı gibi, sizi alıp “Egypt Station” isimli istasyona götürerek, albümü dinlerken çıkacağınız yolculuğa hazırlıyor adeta. Çok güzel bir giriş olmuş. Bu albümde bazı şarkılarda Beatles sound’unu yoğunlukla hissediyoruz. Örneğin bir “Happy with You” adından da anlaşılacağı üzere Paul’ün Beatles’lı yıllara olan özlemi sanki. Bir sonraki şarkı “Who Cares” ise müzikal olarak tipik McCartney tarzında ancak sözlere baktığınızda adeta Beatles döneminin sert bir hesaplaşması sanki. Şarkı o dönemde kendilerine yapılan acımasızca eleştirenlere karşı yazılmış : “…..onların söyledikleri, yaptıkları kimin umurunda, benim için sadece sen önemlisin…”. Plağın son yüzünde yar alan “Despite Repeated Warnings” ve “Hunt You down/Naked/C-Link” ise başından sonuna kadar neredeyse Beatles’ın son dönemleri tarzında. İki Şarkı bu kez yolculuğun sonuna geldiğinizi anlatan “Station II” ara geçişi ile ustaca bağlanmış. Station II ile artık yolculuğunuz biterken, trenden inerek kendinizi istasyonda duvarın kenarında müzik yapan Paul McCartney ve grubunun karşında buluyorsunuz sanki. Beatles dönemi etkilerini hissettiğiniz müzik, sert gitar rifleri ve distorsif vokali ile sizi hemen avlıyor. Bu şarkı baştan sona beni Sgt. Pepper’s da ki “Lucy In The Sky with Diamond/A Day In A Life” a götürüyor.


Albümde, müziklerin altyapısı ve McCartney'in vokalinden etkilenmemek mümkün değil. Albümün tanıtımı yıl ortasından beri gerek sosyal medya üzerinden, gerekse TV programları ve canlı performanslar ile yoğun olarak yapıldı. Bunların en etkilisi sanırım James Cordan ile yaptığı Carpool Karaoke Show ve New York Central Train Station’da verdiği sürpriz konser oldu. Albüm İngiltere’de çıktığı hafta liste başı oldu.

Giriş şarkısından sonra gelen “I Don’t Know” sıcak piyano introsu ile sizi hemen sarıyor ve güzel bir yolculuğa çıktığınızın işaretini veriyor. Arkasından gelen albümün ilk hit single’ı “Come On To Me” ise adeta bir enerji patlaması ve size yolculuk boyunca yetecek enerjiyi veriyor. Bir sonraki şarkı “Happy With You” yukarıda da bahsettiğim üzere Beatles tarzında ve Beatles’a olan bir özel şarkısı. “Who Cares” de o dönemdeki hesaplaşmasını yapan sanatçı, bir sonraki ilginç (!) isimli şarkı “Fuh You” ile bizi neşelendiriyor. Bu şarkı albüme çekilen ilk konulu klip şarkısı.
Her şarkıyı tek tek anlatmayacağım. Bence albümün önemli şarkılarından birisi “People Want Peace” oldu. Peki Beatles’dan bu yana John, Paul ve hatta Ringo sürekli barış mesajlı şarkılar yaptığı halde bu şarkıo bir tekrar şarkısı mı ? Olabilir, ama şarkı o kadar narin ve hassas ki, beni direk “Imagine” hayallerine daldırıp umut veriyor. Aslında bu şarkıyı bir sonraki “Hand In Hand” ile bir bütün olarak görüyorum. Her iki şarkı da, sözleri ve müzikal dokusu ile o derece birbirini tamamlıyor, öyle umut veriyor ki insana, ister daha önce yapılmış, ister tekrar olsun, bu umut yeter. Zaten McCartney de şarkıda samimi olarak itiraf ediyor ve diyor ki; “bunlari daha önce de defalarca soylemis olabiliriz, bunu biliyorum ama ne fark eder ? Kalbimin derinliklerinden gelen bir şey bu…”.


Gelelim albümün benim için en güzel kısmı olan final bölümüne. Bu bölüm plağın “D” yüzünü tamamen kaplamış. “Despite Repeated Warnings” ağır bir prograssive tarzda başlıyor ve şarkı içinde gayet radikal bir dönüşümle hızlanıyor ve adeta bir rock opera sound’una bürünüyor. Paul McCartney'in vokalinin ne kadar güçlü ve şarkıya hakim olduğunu bu şarkının ikinci bölümünde görüyoruz. Kısa ara geçiş olan “Station II” güzel kurgulanmış, seyehatinizi bitiriyor, sizi trenden indiriyor ve bir anda gerçekle yüz yüze getiriyor. Gerçek olan şu : Paul McCartney istasyonun bir köşesinde, bu yaşına rağmen delikanlı gibi rock yapıyor : “Hunt Down/Naked/C-Link” ve siz de eski bir Beatles hayranı olarak bu enerjiye ve titreşime kayıtsız kalamıyorsunuz. Bana iyi geldi, Paul McCartney’i seviyorsanız albümü bir de bu açıdan dinleyin, size de iyi gelecektir.

Sevgiler.
Tamer TEKELİOĞLU
İstanbul, Aralık 2018


Yorumlar