Mark Knopfler - Down The Road Wherever


MARK KNOPFLER : DOWN THE ROAD WHEREVER

Merhaba, bu yazımda yepyeni bir albüm hakkında yazacağım. Mark Knopfler, 2015 yılında yayınlanan Tracker albümünden bu yana geçen 3 yıllık bir aradan sonra yeni albümü “Down The Road Wherever” i bu ay içinde yayınladı. Albüm “Normal” ve “Deluxe” olarak iki farklı versiyonda çıktı. Deluxe versiyon sanatçının normal albümün dışında bıraktığı 6 şarkının da yer aldığı ilave bir versiyon. Albümün normal versiyonu 14 şarkıdan oluşurken, Deluxe versiyonda 20 şarkı bulunuyor. Bu ilginç bir karar ancak sanatcinin normal albüme almadığı şarkılar da o derece güzel ki, insan bu şarkıları da gözden çıkaramıyor.. Demek ki sanatçı da bunları göz ardı edemediği ve dinleyicilerini bu şarkılardan mahrum bırakmak istemediği için ilk kez böyle bir yönteme başvurdu. Mark Knopfler hakkında “Tracker” albümünü incelediğim yazımda kısaca bahsetmiştim, bu sebeple bu yazımda biyografisinden bahsetmeyecek, sadece albümü inceleyeceğim.


Albüm henüz ülkemize gelmedi, umarım kısa sürede getirilir. Bu konuda bildiğiniz üzere epey sıkıntılıyız. Bu albümler çıkmadan önce duyurulup, sanatçının kendi resmi web sayfalarında duyuruluyor ve amazon gibi büyük sitelerde ön satışa konuluyor. Plak şirketleri buna göre planlamasını yaparak böyle güzel ve kıymetli albümleri aynı anda ülkemizde de satışa sunsa kötü mü olur ? Bu ülkenin müzikseverleri niye albüm ücreti kadar kargo ve gümrük ücreti ödeyerek albümü yurtdışından getirtmek zorunda veya getirilmesi icin kalıyor gerçekten anlamak zor. Bu albumlerin bor kısmı ya hıç getirilmiyor ya da aylarca sonra getiriliyor. Geçtiğimiz aylarda büyük reklam kampanyaları ve lansmanlar ile çıkan ve İngiltere müzik sektörüne ciddi bir satış ivmesi kazandıran Paul McCartney’in “Egypt Station” albümü bile henüz ülkemize getirilmedi. Eric Clapton 2016 yılında yaptığı “I Still Do” albümünün son albümü olduğunu ve bundan sonra sadece özel projelerde yer alacağını söylemişti. 2 sene sonra bu özel projelerden biri geldi; bir “Christmas” albümü. Christmas’ın batı dünyasında çok özel bir anlamı olduğundan, Clapton dinleyicilerine böyle özel bir albüm ile sürpriz yaparak teşekkür etti. Tamamen blues formatında çalınıp söylenmiş Christmas şarkıları ilr değişik bir tad ama biz bu tadı alamıyoruz çünkü bu albüm de ülkemize gelmedi. Sürekli “Stream” kanallarından dinlemek zorunda kalıyoruz ama en yüksek ses kalitesine sahip kanalların bile hiç birisi, bir plağı elinize alıp pikaba yerleştirerek dinleme keyfini vermiyor bizler için.

Şimdi gelelim Mark Knopler’ın yeni albümüne. Albüm henüz fiziksel olarak elime geçmedi ancak “Tidal” üzerinden ilk dinlediğimde bazı şarkılar hemen kendini gösterdi ve ikinci kez dinleme isteği yarattı. Belleğe derhal yerleşen bu şarkılar için albümü üçüncü kez dinlediğimde albüm artık kendini tamamen belleğe kaydetti ve sürekli dinleme isteği oluşturdu. Albümün prodüktörlüğünü Mark Knopfler ve Dire straits’den tanıdığımız Guy Fletcher yapmış. İlk izlenimim bu albümün ne klasik bir Mark Knopfler albümü, ne de bir Dire Straits albümü olduğu yönünde. Bu albüm ne rock, ne blues, ne jazz, ne de başka bir tür albümü çünkü hepsinden çok güzel örnekler içeren, müzikal açıdan çok farklı tarzda parçalar barındıran ortaya karışık ama mükemmel bir albüm olmuş. Bu albümde Knopfler gerçekten çok özenli ve farklı bir iş çıkartmış. Şimdi albümde yer alan şarkılara tek tek bakalım.

Açılış şarkısı “Trapper Man” girişindeki gitar tınıları ve ardından bomba gibi bir davul ve elektrogitar solo ile beni bir an “Love Over Gold” albümünün giriş şarkısı “Telegraph Road” a götürdü. Şarkı hareketli bir geçiş ile başladıı. Bu şarkıda Knopfler’ın elektrogitarı ile Ian Thomas’ın davulu adeta flört ediyor. Davul sanki biraz Dire Straits’in “Communique” albümünün giriş şarkısı “Once Upon a Time In The West” de ki atakları ve vokal ile enstrümanların bir an kesilip yerini tamamen davul soloya bıraktığı bölümü andırıyor. Böyle güzel bir şarkı ile albüme etkili bir giriş yapmış sanatçı.

Albümde dikkatimi çeken bir nokta, sanatçının geri vokale ağırlık vermiş olması. Knopfler şarkılarında geri vokal ile desteği pek tercih eden bir sanatçı değil. Özellikle Roger Waters ve David Gilmour son dönem albümlerinde geri vokalleri çok baskın olarak kullanmakta ve nakaratlarla birlikte sesin yetmediği noktalarda geri vokal grubu devreye girmekte. Ancak Knopfler’ın rahat ve dingin vokalinde böyle bir sorun olmadığı için geri vokali çok naif ve gerçekten geri planda ama yerli yerinde kullanmış. Albüme hoş bir tad katmış. Bu arada geri vokallerin en sürpriz isminin Imelda May olduğunu belirtmekte fayda var. May’in yanısıra Beverley Skeete ve Katie Kissoon isimli sanatçılar yer almış.

Bu detaydan sonra gelelim ikinci şarkı “Back On The Dance Floor”a. Şarkı albümden çıkan ikinci single. Gayet akıcı ve ritmik olan bu şarkının bir özelliği de geri vokalde yukarıda bahsettiğim üzere Imelda May’in olması. Knopfler’ın sakin vokali, Imelda May’in kadife gibi sesi şarkıyı sıcacık bir atmosfere sokuyor. Yer yer atak gitar rifleri ile sizi öyle bir sarıyor k, bitince tekrar tekrar dinlemek istiyorsunuz. Bence albümün en başarılı şarkılarından. Bir sonraki şarkı “Nobody’s Child” albümdeki favori parçalardan. “Sailing to philadelphia” döneminden kalma tınılara sahip bu şarkıda çok naif bir geri vokale yer verilmiş. Sözlerin üzerinizde yarattığı hüzün, geri vokal ve Knopfler’ın yumuşak gitarıyla sizi alıp başka diyarlara götürüyor.

Albümün dördüncü şarkısı “Just A Boy Away From Home” keskin saksafon ataklarının ve uzun elektrogitar sololarının yer aldığı blues temeline oturan ancak ilerledikçe rock’a doğru giden bir tarzda. Bu şarkıda tenor saksafonu Nigel Hitchcock çalıyor. Bir sonraki şarkı “when You Leave” benim için albümün sürpriz şarkılarından. Şarkı klasik jazz formatında nefis bir trompet solo ile açılıyor ve jazz ambiansında ilerliyor. Niye sürpriz ? Çünkü bu şarkı bir süredir albümlerinde mutlaka jazz denemelerine yer verip ve bunda da gayet başarılı olan Eric Clapton (2010 – Autumn Leaves), Sting (57th&9th – If You Can’t Love Me) ve David Gilmour (Rattle That Lock – The Women In Yellow Dress) gibi sanatçıların açtığı trend doğrultusunda, Mark Knopler’ın da bu trende kayıtsız kalmadığını gösteriyor. Ben ortaokul yıllarından beri sıkı bir Dire Straits ve sonrasında Mark Knopler dinleyicisiyim ancak klasik jazz denemesini ilk kez bu albümde duydum. Bence Knopfler çok da güzel icra etmiş bu türü. Bunun üzerine de bana da şapka çıkartıp bravo demekten başka söyleyecek bir şey kalmıyor.



Diğer şarkı “Good On You Son” albüm çıkmadan yayınlanan ilk single. Saksafon, perküsyon, klavye ve gitar sololarıyla dolu gayet ritmik ve hareketli bir parça. Bir sonraki “My Bacon Roll” softrock sularında temiz bir vokal ve oldukça akılda kalıcı melankolik bir melodi ile sakin sakin ilerliyor.

Albümün sekizinci şarkısı “Nobody Does That” benim için ikinci sürpriz şarkı. Wah wah efektleri ile başlayan, trompetlerin ve saksafonun 70 leri hatırlattığı biraz blues, biraz jazz ve biraz da funk tarzında eğlenceli bir şarkı. Bu şarkı albümde benim favorilerimden oldu. Devamında gelen “Drovers Road” ise benim ikinci favori şarkım. Girişteki Les Paul’ün hüzünlü tınısı şarkı hakkında hemen ipucu veriyor. Klasik Knopfler İskoç Blues’u tarzında nefis bir ballad. Knopfler bu türü hakkını vererek yapıyor. Şarkı insanın içine işleyen hüzünlü dokusu ile aslında albümün “ağır abisi”. Knopfler bir süredir İskoç müziğini ve enstrumanlarını kendi yorumuyla blues’a uyarlayarak kendine has hoş bir tarz oluşturmuş idi. Son iki albümünde bu tarza yoğun olarak yer vermışti. Şimdi bu albümde de bu tarzı ihmal etmemış ve köklerine selam göndermiş.

Bir sonraki şarkı “One Song At A Time” adını Chet Atkins’in Mark Knopfler ile sohbeti esnasında almış. Albüme adını veren sözlere sahip olan bu şarkı akıcı ritmi ve Knopfler’ın gitarı ile gayet rahat dinenebilen güzel bir parça.

Albüm, folk ağırlıklı “Floating Away” ile devam ediyor. Bu şarkıda gitara eşlik eden piyanoyu sakın sakin Jim Cox çalmış. Geri vokalde ise yine Imelda May’in kadife gibi sesini duyuyoruz. Bu şarkıda yer alan piyano bir sonraki şarkıya adeta bizi hazırlıyor çünkü bir sonraki şarkı “Slow Learner” mükemmel bir piyano girişi ile başlayan nefis bir jazz denemesi. “Deneme” demek adet olmuş ama Knopfler aslında denememiş, yapmış. Şarkının ikinci yarısında duyulan trompet soloyu Tom Walsh çalmış.

Sonraki şarkı “Heavy Up” yine sürprizli bir şarkı. Blues alt yapısına biraz Santana tarzı Latin esintiler serpiştirilmiş neşeli havada. Sanki Santana ile ortak calmış. Hemen akabinde gelen “Every heart In The Room” ise dinledikçe insanı dinginleştiren ve rahatlatan bir melodiye sahip. Piyano yine gitara sakin sakin eşlik etmiş.

Artık albümün sonuna doğru gelirken karşımıza çıkan ”Rear View Mirror” ise blues temelleri üzerine örülmüş Big Band Jazz kıvamında güzel bir şarkı. Klavye atakları ve davul gayet etkili.

Albümdeki son şarkı “Matchstick Man” akustik alt yapısı ve vokal ağırlığı ile tüm acılara rağmen hayata umutla sarılan bir insanı anlatan güzel bir kapanış şarkısı.


Bu albüm benim için sanatçının kendini aşıp müziğine doyurduğu, yılın iyi albümlerinden birisi oldu. Mark Knopfler bu yıl için güzel bir kapanış, önümüzdeki yıl için ise güzel bir açılış yapmış. Önümüzdeki yıl için diyorum çünkü bu albüm için büyük bir turne hazırlığında. Ve bu turne Knopfler’ın açıklamalarına göre onun son turnesi olacak.

Teşekkürler Mark Knopfler.

Sevgiyle kalın.

Tamer TEKELİOĞLU
İstanbul, Aralık 2018




Yorumlar