Robert Smith ve Bir Cure Hikayesi



ROBERT SMITH VE BİR “CURE” HİKAYESİ
70’lerin sonunda doğup, adını 80’lerin ortalarında duyuran İngiliz alternatif rock türünün önemli gruplarından biri olan The Cure’un henüz üçüncü albüm yayımlandığında neredeyse dağılacağını biliyor muydunuz? Grubun, vokalisti Robert Smith’e endeksli oldukça inişli çıkışlı bir öyküsü mevcut. Müzik tarzı, Smith’in ikonlaşmış dağınık saçı, kırmızı ruju, siyah göz makyajı ve melankolik şarkı sözleri ve mırıldanır gibi şarkı söylemesinden dolayı dönemin en başarılı alternatif rock gruplarından olan Cure’un ilginç öyküsüne gelin beraber kulak verelim.


TUHAF ADAM ROBERT SMITH
Robert Smith 1959’da İngiltere’nin kuzeybatısında, Blackpool’da doğdu. Çocukluğu bu kasabada ve çoğunlukla deniz kenarında geçti. En büyük zevki babasının o dönem “Super-8” olarak bilinen 8 mm’lik kamerası ile etrafta gördüğü herşeyi filme çekmekti. Köpeklerin sürüler halinde dolaştığı, koyunların, ineklerin otladığı, kendisinin de deliler gibi koşturup, düşüp yuvarlandığı pek çok filmi oldu. Topraktan çıkarttığı solucanları kızkardeşinin yemesine bayılırdı. Bir gün annesine yakalandığında ender yediği tokatlardan birini yedi. Çocukluğundan kalma bir alışkanlık ile denize karşı aşırı duyarlılığı vardı. Denizin kokusu ve müziği ile uyanmaya bayılırdı.


Bu sebepledir ki, çocukluğundan seneler sonra, 10 sene Londra’da bir bodrum katında oturup, grup ile yollarını ayırınca arkasına bile bakmadan Brighton yakınlarında yoksul bir balıkçı kasabasına yerleşti ve hep özlediği denizin müziğine yeniden kavuştu. En korktuğu şey delirmek, nöronlarının dumura uğrayıp sabah kalktığında kimseyi tanımamak olduğunu söyleyen Smith’in, kendisini en çok etkileyen kişi olan Bowie’nin 50. yaş gününde birlikte çaldıktan birkaç gün sonra, Bowie’nin kendisini telefon ile araması ve Bowie’yi telefonda tanımayıp, arkadaşlarından birinin işlettiğini düşünüp “sizin olduğunuzdan emin değilim, sonra sizi ararım” diyerek telefonu kapatması bu korkunun bir işareti miydi acaba ?


KURULUŞU
Grup 1972’de Crawley, Sussex ingiltere’de aynı okuldan arkadaş olan Robert Smith (piyano), Michael Dempsey (gitar), Laurence «Lol» Tolhurst (perküsyon), Marc Ceccagno (vokal) ve Alan Hill (bas gitar) tarafından kuruldu. Robert Smith önceleri “The Group” adında başka bir okul grubu ve daha sonra da abisi Richard Smith’in “The Crawley Goat Band” adlı grubunda çalıyordu ancak ilgisini çeken müzik bu değildi. O dönemde punk rock akımının etkisinde yukarıdaki kadro ile “Easy Cure" adlı grubu kurdular. Grup bazı başarısız cover ve single denemelerinden sonra Robert Smith’in vokal’e geçmesiyle tarz değiştirmeye ve az da olsa ilgi çekmeye başladı. Aynı yıl “Easy Cure" olarak Hansa Records anlaştılar. Fakat 1978 yılının başlarında Hansa Records, aralarında çıkan anlaşmazlıktan dolayı kontratı iptal etti. Aynı yılın nisan ayında gruptan kopmalar oldu. Geriye kalan Smith, Tolhurst ve Dempsey üçlü olarak “The Cure” adıyla devam etme kararı aldılar. İlk konserlerini 18 mayıs 1978’de verdiler. Yaklaşık 10 gün sonra The Cere olarak ilk stüdyo albümlerini Sussex Chestnut stüdyolarında kaydettiler. Kayıtlar radyolara gönderildi ancak hiç ilgi görmedi. 22 aralık 1978’de debut single’ları “Killing an Arab” piyasaya sürüldü. O güne kadar böyle bir sound duyulmamıştı. Aslında işin doğrusu Tolhurst davul çalmayı pek beceremediğinden, müziği çok basit tutmuşlardı. Ancak eleştirmenlerin dikkatini çekmişlerdi. Şarkı isminden dolayı, ırkçılığı destekliyor gerekçesiyle piyasadan toplatıldı. Oysa ki parça Nobel ödüllü Fransız yazar Albert Camus’un “Yabancı” isimli kitabından uyarlanarak yapılmıştı ve ırkçılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktu.


1979 yılında ilk albüm “Three Imaginary Boys” yayınlandı. Albüm genel olarak olumsuz eleştiriler aldı. Bununla birlikte meraktan kaynaklanan bir ilgi de vardı. Albümün Pembe renkli kapağında ne şarkı isimleri vardı ne de gruba ait bir bilgi. Asıl ilginç olan, albüm müzik çevrelerinde konuşulurken ve grup merak edilirken Robert Smith’in albümün ruhsuz olduğu düşüncesiyle çoktan ikinci albüm “Seventeen Seconds” da yer alan “M” ile “Play For Today” isimli şarkıların altyapısını bitirmiş olmasıydı.

İkinci albüm 1980 yılında piyasaya çıktı. Albümün soundunda ciddi bir değişim vardı. Punk yerine daha içe dönük ve hüzünlü bir tarza geçilmişti. Bunun sebebini Smith yıllar sonra şöyle açıkladı: “Gece gündüz David Bowie’nin ‘Low’ unu Jimi Hendrix’in ‘Isle Of Wight’ konser kayıtlarını ve Van Morrison’ın “Astral Weeks” ini dinliyordum. Cure’un bu üçlünün melezi olmasını istiyordum. ilk albümün pek beğenilmemesi tuhaf bir şekilde hoşuma gitmişti çünkü beni farklı bir şey yapmaya yöneltmişti”. The Cure’un farklı soundunun çıkış öyküsü böyle başladı.

Albüm Hollanda ve Yeni Zelanda’da liste başı oldu, Fransa’da ilk 10 da yer aldı ancak ülkesi İngiltere’de pek ilgi görmedi. İngiliz müzik camiası Cure’u sahici bulmuyor, apolitik, omurgasız ve sebepsiz bir melankoliden muzdarip bir grup olarak görüyordu. Bu eleştiriler özellikle Smith’in geleceğe dair bakışını negatif etkiledi ve hayatının hiçbir amacı olmadığı yönündeki psikolojisi grubu da negatif etkileyerek motivasyonunu bozdu. Bu yokuş aşağı gidiş 1981 yılında daha da ivme kazanarak devam etti. Aynı yıl çıkan “Faith” albümü hiç birinin istediği gibi olmadı. Artık istedikleri müziği yapamayacaklarını kabul ederek müzik hayatlarını sonlandırmaya karar verdiler. Ancak bu kararda Smith’in içine sinmeyen ve kabullenemediği bir his vardı. Son bir deneme daha yapacak ve sonuç yine aynı olursa kesin bitireceklerdi. Bu gerginlikle çalışmaya başladılar.


Ertesi yıl çıkarttıkları “Pornography” albümü grubun bu gerilmiş ve kötü ruh halini fazlasıyla yansıtıyordu. Albüm gelmiş geçmiş en kötü albümler listesine girmişti. Girmişti ama Smith bu albüm ile aslında yapmak istediği müziği yapmıştı. Albümün kötü seçilmesindeki etken, Smith’in tamamen dinlenmez bir şey yapmak yönündeki isteği idi ve bunu yapmıştı. Bu albüm ile bu dünyadan yok olmak istemişti. Hayat artık onun için çekilmez bir yüktü ve içi bomboştu. Bu hissi de albüme fazlaca yansıtmıştı. Ancak ortada bir grup vardı ve gruba karşı olan sorumluluğundan dolayı albümün turnesine çıkmayı kabul etti. Turne tam bir felaket oldu. Smith içine girdiği psikolojiden sıyrılamadığı gibi turnede grup içinde sert tartışmalar çıktı ve turne yarıda kesilip İngiltere’ye dönüldü.

Smith, yıllar sonra Melody Maker dergisine verdiği bir röportajında bu psikolojisini şöyle anlatıyordu: “Tabiatımın çirkin tarafı ile yüz yüze gelmiştim. Ne kadar karamsar ve kötü olabileceğimi görmüştüm. Ama aynı zamanda şunu da farketmiştim: Bu böyle devam etmek zorunda değil. Dolayısıyla, bütün bu Cure algısını yerle bir edecek ve etrafımızı kuşatan dinleyicileri yabancılaştıracak bir müzik yaratmaya karar verdim. Cure olayının bütün farklı hallerini en yakından yaşamış biri olarak, kendimi yitik zamanların, Cure’un bir Trio olduğu uzak dönemin romantizmine kaptırmayı reddediyorum. Ve bunun çok da iyi bir nedeni var: O dönemin kayıtlarını dinlediğimde aslında ne kadar berbat olduğunu farkediyorum. “Pornography” turnesi mesela, berbattı. Tamam sıradanlıktan uzaktık, o dönemde bizim soundumuza yaklaşan kimse yoktu ama müzikal olarak kötüydük. Ama ortada bir fikir ve tarz vardı ve beğenilmese de bu benim istediğim birşeydi”.

Turne aslında bir dönüm noktası oldu grup için. Uzun süre sessiz kalıp düşündüler. Çoğunlukla konuşma tarzına yakın bir vokale sahip olan Smith kendini ilk on yılında şarkı söyleyen bir gitarist olarak gördüğünden şarkı sözleri, cümle yapıları ile hiç uğraşmıyordu. Ancak bu turnede yaşananlardan ve bu uzun süren sessizlikten sonra kendini toparlamaya ve tarzını daha çok vokal üzerinde yoğunlaştırmaya başladı. Kendisinin aslında gitaristten çok vokalist olmaya yatkın olduğunu ve hatta vokalistliğinin gitaristliğinden daha iyi olduğunu düşünmeye başladı. Şarkı söylüyor olmanın diğer enstrumanlar üstündeki gücünü farketti.

1982 yılının sonunda çıkan pop tarzındaki “Let’s Go To Bed” aniden liste başı olarak bir “Hit” oldu. Grup da “Pop Star” haline geldi. Özellikle Amerika’da çok tutuldu ve Cure sürreal bir pop grubu olarak lanse edilmeye başladı. 1983 - 1984 yılları arasında beş single ve ardından “The Top” albümü geldi ancak 1985 yılında çıkan “Head On Door” a kadar “Let’s Go To Bed” i söyleyen grup olarak anıldı.


“Head On Door” ile The Cure sanki yeniden doğdu. Smith’in ifadesi ile “Seventeen Seconds” dan beri ilk kez grup olduğunu anımsadılar. Smith bu albüm sonrasında kendini iyice toplayarak tıpkı bir Beatles üyesi gibi hissettiğini ve “Strawberry Fields” tarzında müzikler yapmak istediğini söyledi. O dönemde yazılı medya haricinde yükselen trend olan ve büyük kitleleri etkileyen MTV’nin demirbaşı oldular. O zamana dek çıkan single’ların toplaması “Standing On The Beach” ve ardından gelen “Kiss Me, Kiss Me, Kiss Me” albümleri ile Amerika’da sürrealist olmaktan çıkıp “The Cure” oldular. Grup açısından Amerika’nın fethi gerçekleşti. Bu albümler Smith’e artık hayalini kurduğu şeylerin The Cure ile sonsuz sayıda olabileceğini farkettirdi. İlham sağanağı başlamıştı. Turneler, TV showları ve konserler ardı ardına gelmeye başladı. Yoğun bir ilgi ve yorucu tempo sürecine girildi.

Bu döneme ait olarak Smith kendini şöyle anlatıyor; “Hiç hazır olmadığım bir şekilde ve düzeyde kamusal bir mülk haline geldim. Fanatik bir kitle ortaya çıktı. Amerika, İngiltere, nereye gitsem tanınıyordum. Tuhaf imajımın da etkisi yok değildi. Dağınık saçlı, siyah makyajlı tuhaf adam olarak ilgi çekiyordum. Zaten çocukluktan beri tuhaftım onun için bu imajda hiç zorlanmıyordum. O dönem sonunda kişiliğimin değiştiğini gördüm. Kendini beğenmiş biri olup çıkmıştım. Sadece pop starmış gibi gibi yapmıyor, bir pop star gibi yaşıyordum. Bunun böyle gitmeyeceğini ve kısa bir mola vermem gerektiğini farkettim. Henüz 30 umda olduğum halde ruhum o kadar yorgundu ki, sanki eleğimin duvara asma zamanının yaklaştığı gibi bir duyguya kapıldım. Grup üyeleri ne olduğunu anlamıyordu. Onlar ünlü bir grup haline gelmenin sarhoşluğunu yaşarken, benim yapmak istediğimin daha fazla “downbeat” bir tarz olduğunu anlamıyorlardı”.


1989 yılında efsane albüm “Disintegration” çıktı. Grup albümün bir şaheser olduğunu düşünüyordu ama plak şirketi ve eleştirmenler albümün kötü olduğu kanısındaydı. Onlar yeni bir “Kiss Me” beklerken karşılarını yeni bir “Pornography” çıktığını düşünüyorlardı. Ama bu bir yanılgıydı. Albümden çıkan “Lullaby” ilginç klibinin de etkisiyle çok beğenildi. Klibi seyredenlerin ertesi gün birbirlerine “dün akşam televizyondaki tuhaf herifi gördün mü?” diye sormaları klibin uyandırdığı merakın bir yansıması idi. Albüm Melody Maker tarafından yılın albümü seçildi. Bu albümün etkisi yıllara yayılarak grup 1991 yılında Britanya’nın en iyi topluluğu seçildi.

Küçük yaştan beri sanat ile uğraşmak ve ünlü bir sanatçı olmak isteyen Smith, müzisyen hiç olmayı düşünmemiş olsa da, artık ünlü bir müzisyen idi. İşin komik tarafı kızkardeşi daha 7 yaşındayken piyano ile harikalar yaratır ve en zor Mozart eserlerini çalarken, Robert gitarla üç akoru bir araya getiremeyen, ailede en son müzisyen olacak kabiliyete sahip bir çocuktu. Ancak şimdi uzun yıllar deneyerek nihayet kendi tarzını bulmuş bir pop sarkıcısı idi. Son dönemki yaşam tarzı ise pop star tarzına pek uymuyordu. Londra’da oturmuyor, partilere, konserlere gitmiyor ve grup üyeleri dışında kimse nerede oturduğunu, ne yaptığını bilmiyordu. Vaktinin büyük bölümünü evinde eşi Mary ile geçiriyordu.

Grup içindeki anlaşmazlıklar yüzünden sonraki yıllarda gelen “Wish”, “Show” ve “Paris-Live” albümleri çok ses getirmedi ancak 1996 yılında çıkan “Wild Mood Swings” 1 milyondan fazla satarak o dönem için iyi bir ticari rakama ulaştı.


1998 yılında çıkan toplama albüm “Galore” iş yapmadı ve grubun iniş hatta eleştirmenlerce daha da ileri gidilerek noktayı koyma albümü olarak görüldü ancak grubun ve özellikle Smith’in söyleyecek son bir sözü daha vardı. Bunun sonucu da 1998 Eylül’ünden 1999 Haziran’ına kadar geçen 9 aylık dönemde, ilk notanın kaydından, son miksaja kadar her detayın ince ince çalışılarak ve sadece vokal üzerine iki ay çalışılarak kaydedilen “Bloodflowers” albümü oldu. Üç “Cure “klasiğinden biri olan albüm, artık tamamıyla oturmuş “Cure" soundunu yoğun olarak veren, dinlendiğinde insanların 30 saniye içinde bu bir “Cure” albümü diyecekleri bir albüm oldu. Albümün “Pornography” ve “Disintegration” dan farkı daha sıcak bir müziği olması ve bunu da daha çok akustik gitar ve vokal uyumuyla gerçekleştirmesi idi. Eski şarkılar soğuk ve mesafeliydi ama bu albüm insanı saran bir dokuya sahipti. Albüm bir “kapanış”tan söz ettiği için özellikle 1999 yılı sonunda çıkartıldı. Sözlerde değişim duygusu ve grubun ömrünün sonuna geldiği duygusu dile getirilmişti. Aslında çok ileriden geriye doğru bir bakıştı. Albümün adı, birinci dünya savaşı ile ilgili bir şiirde geçen, ölümcül bir yaranın “kan çiçeği” mecazından geliyordu.

Her ne kadar bu albümden sonra Smith, artık grubun olmayacağını ve solo albüm yaparak internet üzerinden bağımsız çalışacağını açıklayıp, pek çok plak şirketinin sözleşmesini geri çevirdiyse de, bu düşüncesinin aksine grup ile birlikte 2004 de “The Cure”, 2007 de “Title TB” ve 2008 de 4:13 Dream albümleri yayımlandı.

İşte The Cure böylesine inişli çıkışlı bir öyküye sahip. Hemen her albümden sonra yaşanan hayal kırıklıkları, moral bozuklukları ve grubun dağılma noktasına gelmesi, bu psikolojinin sürekli bir sonraki albüme yansıması grubun müzik tarzı haline geldi. Ama bu tarz Robert Smith’in doğasına o kadar uygun ki, başarısını belki de buna borçlu.

Tamer TEKELİOĞLU
İSTANBUL 2017

Yorumlar