Sting 57TH & 9TH



STING 57TH & 9TH

Sting bu ay ortasında yepyeni bir albüm ile geri döndü. Sanatçı Broadway sahnesine çıktıktan ve lavta* çalmayı öğrendikten yıllar sonra ilk kez rock ağırlıkllı ve “The Police" dönemini hatırlatan 12. stüdyo albümü 57TH&9TH ile listeleri zorlamaya başladı. Albümü incelemeden önce Sting kimdir kısaca bakalım.


GORDON SUMMER nam-ı diğer STING

Asıl adı Gordon Summer olan Sting 1951 yılında İngiltere'de sütçü bir baba ile kuaför bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesi mesleği itibarıyla sanata düşkün bir insandı ve müzik dinlemeyi seviyor, güzel piyano çalıyordu. Annesine düşkün olan küçük Gordon, annesinden aldığı klasik piyano eğitimi sayesinde kazandığı müzik bursuyla müzik eğitimine ilk adımını atmış oldu. Bir süre piyano eğitimi aldı ancak gözü hep gitardaydı. Gordon’un piyano eğitiminin, üretkenliğinde ve profesyonel kariyerindeki müzikal zenginliğindeki etkisi önemlidir. Eğitimini tamamladıktan sonra Londra’ya yerleşen Sting burada tanıştığı baterist Stewart Copeland ve gitarist Andy Summers ile birlikte ünlü The Police grubunu kurdu. 1977 yılında kurdukları Police'i 1983 yılına kadar sürdüren grup yaptıkları birçok parçayla müzik listelerini altüst etti. Keskin duruşları ve şarkılarının içerdiği sözler nedeniyle zaman zaman İngiliz muhafazakar çevrelerinin tepkisini çektiler ve BBC tarafından veto edildiler. Sting 1983 yılından itibaren solo çalışmalara başladı. Solo kariyerinde yaptığı eserler ilk zamanlar The Police’in popülerliğinin gölgesinde kalmakla birlikte çok kısa süre içinde müzik otoritelerinin dikkatini çekerek, tarzındaki yumuşama, vokal tekniği ve yer yer jazz rock ve hatta klasik jazz’a doğru yöneliş ile farklı bir sound yakaladığı yönünde olumlu eleştiriler aldı. Hatta zaman ilerledikçe Sting'in solo kariyerinde aldığı başarılar Police’in popülaritesini dahi geçti. Grup müziğinden solo albümlere geçen birçok müzisyenin eski başarısını yakalayamadığı müzik piyasasında Sting adeta yeniden doğdu.

Sting grup arkadaşları ile yollarını ayırdıktan sonra engellenemez bir yükselişe geçti. Sanatçı daha sonra yaptığı albümlerle müzik listelerinde her zaman yükselen bir trend sergiledi ve sıkı bir hayran kitlesi edindi. 1985 tarihli İlk solo albümü “The Dream Of The Blue Turtles” ve 1987 tarihli ikinci albüm “Nothing Like The Sun” müzik tarihinde en iyi Sting albümleri olarak yerini alırken Sting’i de önemli sanatçılar kategorisine yerleştirdi. Bu iki albümden pek çok hit şarkı çıkarken özellikle “An Eglishman In New York”, “Fragile” ve Diktatör Pinochet’ye karşı Şili halkının isyanlarını dünyaya duyuran “They Dance Alone” ile artık müzik dünyasının klasikleri arasına girdi ve bu albümler ile müzik dünyasında hatırı sayılır bir yer edindi.

1999 tarihli “Brand New Day” albümünde new age ile rock bağlantısını araştıran, hip hop ile jazz ve country türlerinin birbiri ile ilişkilerini irdeleyen Sting, farklı vokalinin yarattığı buğulu bir atmosfer ve zengin içeriğiyle büyük kitleleri kendine hayran bırakmıştır.

Sting çok yönlü kişiliği, rock eksenli çevreci, politik eylemci kişiliğinin yanısıra uzakdoğu felsefelerine merakından dolayı bir çok sıfat üzerine toplamıştır. Sting’in özellikle spritüel ortamlar ve meditasyon ile olan içli dışlı ilişkisi müziğini de zaman zaman etkilemiştir.

STING İLE İLGİLİ AZ BİLİNENLER

Peki tüm bu başarı hikayesinin yanında Gordon Summer nasıl Sting adını aldı diye merak ediyorsanız, bunun çok klasik ve hatta komik bir hikayesi var. Gordon, The Police’den önce çok kısa süreli “The Phoenix Jazmenn” isimli bir grupta çaldı. Bu kısa süreli birliktelikten uzun soluklu Sting ismi çıktı. Bu grupta çalarken sürekli giydiği sarı-siyah çizgili tişörtü (yan tarafta siyah beyaz fotoğrafı mevcut) nedeniyle tromboncu arkadaşı Gordon Salomon’un kendisini hep arıya benzetirdi. Bu benzetmesi “Stinger” lakabını almasına neden oldu. Ünlü şarkıcı daha sonra bu lakabı kısaltarak “Sting” olarak kullanmaya başladı. Zaten artık herkes ona Sting olarak hitap ediyordu.

Sting’in bilinmeyen bir özelliği de giderek ilerleyen müzmin bir işitme kaybının olmasıdır. Yıllar önce Daily News gazetesinde çıkan haberde “Eğer Sting hayranıysanız bunu duyduğunuzda kabul etmekte zorluk çekeceksiniz” şeklinde yer almıştı ilk kez bu konu ve Sting’in ağır ilerleyen ama giderek kötüleşen bir işitme kaybı sorunu yaşadığını söylüyordu. Nitekim sanatçı da bir röportajında işitme sorununun müzik yapmasına engel olmadığını söylüyor ve gerek vokali gerekse pek çok enstrumanı usta bir virtüöz gibi çalabiliyor olması, albümlerindeki müzikal zenginliği bu söylemini destekliyordu. Bununla birlikte Sting konuya olan hassasiyeti sebebiyle pek çok kez Dünya İşitme Engellileri Dernekleri tarafından düzenlenen “Hear The World - The Global Hearing Loss Campain” etkinliklerine bu derneğin bir asil üyesi olarak dikkat çekmiş ve faliyetlerine destek olmuştur. Ayrıca pek çok sanatçının da destek olmasını sağlamıştır.


Bir ilginç bilgi de Sting’in The Police’in solistliğini yapmadan önce meşgul olduğu işlerle ilgilidir. Sting Londraya yerleştiği ilk günlerde hayatını idame ettirebilmek için bir süre ingilizce öğretmenliği ve sonrasında da futbol teknik direktörlüğü yapmıştır. Sanatçının ayrıca çeşitli üniversitelerden fahri doktorluk ünvanları vardır.

57TH&9TH

Gelelim albüme. İçinde bol bol The Police sound’unu barındıran rock ağırlıklı bu albüm Sting’in aslında bunca zaman sonra Police dönemine olan özlemini ve bir nevi vefa borcunu dile getiriyor. Malum son dönemde yeni çıkan birçok albüm, grup ve sanatçıların erken dönem albümleri tarzında. “Santana IV” ve Metallica’nın “Hardwired..To Self Destruck” albümlerinde çok bariz olarak gördüğümüz bu trende Sting de uymuş anlaşılan. Albüm 3 ay gibi kısa bir sürede ve çoğunluğu New York da 57. cadde ile 9. caddenin kesiştiği yerde bulunan “Hell’s Kitchen” isimli stüdyoda kaydedilmiş.

Albümden çıkan ilk single “I can’t stop thinking about you” aynı zamanda albümün ilk şarkısı ve klasik bir Police sound’u. Hatta sanki bana biraz “Message In The Bottle” ı hatırlattı. Devamında gelen 50.000 (Fifty Thousand) ise gitar riffleri ile The Police, inişli çıkışlı ve yer yer yumuşak vokal tarzı ile bir Sting karması. The Entertainment Weekly dergisine verdiği röportajında bu şarkısıyla ilgili konuşan Sting şöyle diyor : “…… Önce David Bowie gitti, sonra Lemmy, sonra yakın dostum Glenn Frey ve sonra da Prince. Garip bir zamandı çünkü bu insanların ölümsüz olduğunu düşünürken bir anda herkes gibi ölüyorlar.”

Albümde en ilgi çekici şarkı ise Suriyeli mültecilerin dramını anlatan “Inshallah”. Şarkıya Lübnanlı ünlü caz trompet ustası İbrahim Maalouf eşlik ediyor ve bence sözleri bir yana müzikal dokusu dantel gibi örülmüş mükemmel bir şarkı. Bu şarkı bana Pink Floyd’un son albümü “The Endless River” da yer alan “Anısına” isimli şarkıyı hatırlatıyor. Bu şarkıda da David Gilmour’a klarneti ile İsrailli klarnet ustası Gilad Atzmon eşlik etmişti.

Albümde dikkat çeken bir diğer şarkı ise “Heading South On The Great North Road”. Nefis bir ballad.

“If You Can’t Love Me” ise Sting’in en sevdiği jazz rock tarzında gayet başarılı bir düzenleme.

Albümün kapanış şarkısında Sting yine duramamış ve politik mesajlar içeren “The Empty Chair”i yapmış. Şarkı Amerikalı gazeteci James Foley’in İrak’da kaçırılarak öldürülmesini anlatan bir dram.

Albumün adı kayıtların büyük bölümünün yapıldığı New York’daki “Hell’s Kitchen” isimli garip kayıt stüdyosunun bulunduğu 57. cadde ile 9. caddenin kesiştiği kavşaktan geliyor. Sting, stüdyoya giderken her gün geçtiği bu kavşağı albüme isim olarak koymuş. Kapak fotoğrafı da burada çekilmiş. Bu bana yine David Gilmour’un son solo albümü “Rattle That Rock” un aynı isimli şarkısına, Gilmour’un Pariste her gün kullandığı metro istasyonundaki anonsun melodisinden esinlenerek yaptığı düzenlemeyi hatırlattı. Bu son dönem albümlerinde sanatçılar artık bulunduğu çevrenin rutin efektlerine daha mı dikkat eder oldular acaba ? Yoksa böyle bir trend mi oluştu bu son dönemde ?

Albüm ile ilgili bir ilginç not da Sting’in yeni evinin bulunduğu Texas San Antonio daki yeni dostlarının (The Bandoleros isimli bir grup) sanatçının üzerinde ciddi bir iklim değişikliği yarattığına dair. Sting röportajında böyle söylemiş ama bana daha çok albümdeki orta doğulu sanatçılardan kaynaklanan bir iklim değişikliğinin albüme daha fazla etkisi olmuş gibi geldi. Norm kadroya (!) baktığınızda oldukça ciddi sayıda Orta Doğulu müzisyen görünüyor. Gerçi Sting daha önce de “Desert Rose” isimli şarkısında bu temayı Orta Doğulu müzisyenler ile çok güzel kullanmıştı.


Albüm sanatçıları şu şekilde :

Sting : Vokal, bas, gitar, piyano ve perküsyon
Dominic Miller : 12 telli gitar, Shaker
Lyle Workman : Gitar
Josh Freese : Davul
Vinnie Colaiuta : Davul
Rhani Krija : Perküsyon
Martin Kierszenbaum : Klavyeli çalgılar, Mellotron
Rob Mathwe : Piyano
That Azzavi : Ud
Hazem Nassreddine : Turkish Zither
Razor .nassreddine : Geri vokal
The Bandoleros : Geri Vokal

Son Söz :

Albümü beğendim. Sting popülariteye oldukça önem veren bir sanatçı olsa dahi her daim müzikalitesi yüksek albümler üretti. Bu albümde, günümüzde benzer sanatçıların artık daha ağır albümlerle olgunluk dönemine girdiği süreçte, Sting’in iddalıca, çıtayı yükselterek rock sularına geri dönüş albümü. Gayet keyifli, çeşitlilik içeren başarılı bir albüme imza atmış Sting. Hem Police hem de Sting hayranları bu albümde kendilerine ait tatmin edici eserler bulacaktır. Plak formatında da basıldı. Plak demişken, albüm yayınlanmadan önce Sting’in 1985 - 2013 yılları arasında yayınladığı “The Dream Of The Blue Turtles” dan “The Last ship” e kadar olan solo stüdyo albümleri plak formatında bir box set olarak piyasaya sürüldü. Meraklısı için güzel bir koleksiyon oldu.

Soğuk kış günlerinde bir kadeh kırmızı şarabınızla güzel bir ambiyans oluşturacak bu albümü keyifle dinlemenizi diliyorum.

Tamer TEKELİOĞLU
İSTANBUL

*Endülüsten Avrupa’ya yayılmış, mızrap ile çalınan ve gövdesi uda benzeyen telli çalgıdır.



Yorumlar

  1. Harika bir yazı. Kalemine sağlık Tamer Bey :), Aykut

    YanıtlaSil

Yorum Gönder