David Bowie - Blackstar




DAVİD BOWIE - BLACKSTAR
David Bowie’nin son albümü Blackstar hakkında çok şey yazıldı aslında ama albüm o kadar sınırları olmayan ve bizi farklı alemlere götüren öyle bir albüm ki, ne kadar yazılsa da her dinledikçe yazılacak yeni şeyler keşfediyor insan. Blakstar işe böyle bir başyapıt, dinlemeye doyamıyor, dinledikçe keşfedilmemiş alemlere yeni yolculuklara çıkıyorsunuz. Bunun yanısıra mart başında ithal edilen plak tasarımı ile gerçekten göz kamaştırıyor. Albümü şarkı bazında anlatmaya çalışacağım ama önce Bowie’yi yazmak ve anlamak gerekir.


DURMAK BİLMEYEN BİR ADAM : DAVİD BOWIE
Asıl adı David Robert Jones olan İngiliz müzisyen Bowie pek çok meziyeti kendinde buluşturmuştur. Mütkiş bir söz yazarı, iyi bir şarkıcı ve hatta aktör olan sanatçı son yaptığı müzik ike müziğin çehresini değiştirmiş ve efsane olarak kabul edilmiştir. Glam Rock'ın öncüsüdür ve en iyi seslerden biri olarak olarak kabulm edilmektedir.

8 Ocak 1947'de Brixton, Londra, İngiltere'de dünyaya geldi. Yorkshire'lı bir babayla İrlandalı bir annenin oğluydu. Çocukluğu Brixton geçen Bowie daha sonra sonra Kent'e taşındı ve Bromley Technical High School'a devam etti. Okulm yıllarında karıştığı bir kavgada gözünden yaralanan Bowie az daha gözünü kaybediyordu. Doktor tavsiyesi ile bir süre okula ara verdi. İşte bu dönemde yani 13 yaşında saksafon çalmaya başladı. Çeşitli gruplarda çaldı. Müzik Bowie için tamamen oyalanmak amacıyla başladı. Amatör olarak İlk müzisyenlik deneyimini Little Richard’ın grubunda saksafon çalarak yaşayan Bowie, 16 yaşındaki mezuniyetinin ardından King Bees, Manish Boys ve Davey Jones and the Lower Third gibi bazı gruplarda çalıştı. Bu gruplarla gerçekleştirdiği çalışmaları pek ilgi görmemişti ancak bu deneyimler saksafonun yanında vokalistlik yeteneğini de geliştirmesini sağladı.

Bowie için dönüm noktası 1966 yılında Teksas’lı efsane Jim Bowie’nin en önemli varlığı olan bıçağından esinlenerek soyadını ‘Bowie’ olarak değiştirmesiydi. Bir yıl sonra ilk albümü “David Bowie” Dream Records plak şirketi tarafından yayınlandı. Albüm zamanının çok ilerisindei anlaşılması güç bir çalışma idi. Bir çok farklı sound’u içeriyordu. Özellikle albümün son şarkısı “Please Mr. Gravedigger” da kullandığı değişik vokal efektleriyle birçok eleştirmeninin ilgisini çekti. Daha o dönemde kült albüm kategorisine sokulan albüm, yapımcı Tony Visconti ile beraber birçok bilindik bowie şarkısının temeli oldu.

Bowie 1970 yılının Mart ayında evlendi ve bu evlilikten Duncan Zowie Haywood Jones isimli oğlu dünyaya geldi. Aynı yıl kurgusal albümü “The Man Who Sold The World” albümünü yayınladı. Müzik otoriteleri albümün Bowie’nin müziksel olarak gerçek öyküsünün başladığı albüm olarak değerlendirdiler ve çalışmaya adını veren şarkı pek çok müzisyen tarafından yeniden yorumlanarak klasik oldu. Aynı zamanda albüm Glam Rock türünü başlatan çalışma olarak müzik tarihine geçti.

İngiltere listelerinde üç numaraya kadar yükselen dördüncü stüdyo albümü “Hunky Dory” ile sanatçı, glam rock tarzını iyice perçinledi ve artık adı bu tür ile anılmaya başladı. Kapağı, müziği ve sözleri ile tamamen ‘kitsch’ kategorisinde kabul edilen bu albümden sonra 1972'de “The Rise And Fall Of Ziggy Stardust And The Spiders From Mars” çıktı. Ziggy Stardust adlı Mars’lı bir rock n’roll karakterinin dünyaya inişini ve yaşadıklarını anlattığı bu albümden çıkan “Ziggy Stardust”, “Moonage Daydream”, “Hang On To Yourself” ve “Suffragete City” gibi parçalar müzik tarihinde klasik olarak yerini aldı.

Bowie gerek davranışı, gerekse görünümü ile çok farklı bir kişilik sergiliyordu. Adeta Ziggy Stardust ile özdeşleşmişti. Bir defasında verdiği bir röportajda biseksüel olduğunu açıklayan sanatçı, bu cesur davranışıyla kendi döneminin bir çok müzisyeninden ayrılmış oluyordu. Bowie, kendi albüm çalışmalarının yanısıra dönemin yine farklı sanatçılarına da destek veriyordu. Bunun en önemli örneğini Lou Reed’in “Transformer” albümünde görüyoruz. Mick Ronson ile birlikte albümün prodüktörlüğünü yaptı.

1973'te yayınlanan "Aladdin Sane” albümü İngiltere listelerinde bir numaraya yükseldi. Aynı yıl “Pin Ups” piyasaya çıktı.

Bowie albüm çalışmalarının yanında yoğun olarak Konserlere de çıkmakta idi. Özellikle turnelerde adını Londra ve hatta İngiltere dışında da daha geniş kitlelere duyurdu ve yıldızı parlamaya devam etti. Konserler her zaman yenilikçi ve göz kamaştırıcı oluyordu. Müzikte yaptığı kurgusal altyapıyı konserlerinde de gerçekleştiriyor, sürekli farklı şeyler deniyor, sahneyi adeta tiyatro gibi kurgulayarak görselliği ve tiyatrallığı ön plana çıkartıyordu. Eylül 1972'de çıktığı Amerika turnesi oldukça başarılı geçen müzisyen artık Ziggy Stardust ismiyle tanınıyordu.

Amerika turnesi sırasında etkisi altında kaldığı değişik müzik akımlarının etkisinde 1975'de Young Amerikans ortaya çıktı. John Lennon ile birlikte yaptığı Fame, Amerika'da bir numaraya yükselen ilk single'ı oldu.

Bowie, George Orwell’ın “1984”adlı eserinden etkilenerek 1974 yılının Nisan ayında “Diamond Dogs” albümünü yayınladı. Aynı sene “David Live” adlı ilk konser albümünü piyasaya süren sanatçı, bu albümle İngiltere listelerinde 2 numaraya kadar yükseldi.

Bowie, Amerika turnesi sırasında değişik müzik akımının etkisi altında kalmıştı ve bu etkilenimlerle oluşturduğu “Young Americans” albümünde John Lennon ve Luther Vandross gibi isimlerle çalıştı. Lennon'la birlikte kaydettiği “Fame” Amerika'da bir numaraya yükselen ilk single'ı oldu.

David Bowie 1976'da Brain Eno ile çalışmaya başladı ve bu ortaklık sonucu “Boys Keep Swinging” ve “Repetition” gibi ünlü şarkılar çıktı. Bowie, 1980'de “The Hunger” ve “Merry Christmas Mr Lawrence” isimli filmlerde başrol oynadı. 1983'de efsane “Let's Dance” albümü çıktı. Albüm 80’lerin müzik akımlarının etkisinde kalmış oldukça popüler bir albümdü ve “China Girl” gibi hitler çıkardı. Film çalışmalarında aktörlükten sonra sıra film müziklerine gelmişti. Giorgio Moroder ile “Cat People” filminin müziklerini yazan sanatçı aynı isimli hitiyle uzun süre konuşuldu. Tam 1 yıl aradan sonra “Tonight” albümü yayınlandı. Albüm “Let’s Dance” çizgisinde ve hatta devamı niteliğinde idi.

1985'de The Falcon And The Snowman filmi için Pat Metheny Group'la birlikte “This Is Not America” ardından Mick Jagger ile “Dancing In The Street” isimli parçaları yaptı. 80’li yılları dolu dolu yaşayan bizim kuşaklar için Bowie’nin diğer sanatçılarla yaptığı bu şarkılar arşivimizde çok önemli yer tutmaktadır.

80’lerin sonlarında yeni bir oluşum meydana geldi. Bowie 1988'de süpriz bir şekilde gitarda Reeves Gabrels, davulda Hunt Sales ve basda Tony Sales'den oluşan Tin Machine grubunu kurdu ve grupla birlikte 2 adet albüm yayınladı. Tin Machine 1992 yılına kadar birlikteliğini sürdürdü. Bowie o sene Somalili ünlü süper model Iman ile üçüncü evliliğini yaptı ve Alexandria Zahra Jones isminde bir kız çocukları oldu.

Bowie, kariyerinin ikinci dönemi olarak adlandırılan 1992 yılı sonrasında yeniden solo çalışmalara yöneldi. Bu süreçte jazz’dan ve soul’e kadar değişik denemelerde bulundu. Bu dönemde albümlerinde gördüğümüz ortak özellik bu türlerin harmanlanarak veya kısmen ya da tamamen bu türü yansıtan eserler ortaya koymasıdır. Örneğin “Black Tie White Noise” adlı albümü tamamen bu harmanlamanın eseridir. 1995 yılında Brian Eno'yla hazırladığı “Outside”; 1997'de elektronik temalara yer verdiği "Earthling” adlı albümleri, daha sonrasında Tony Visconti ile birlikte hazırladığı “Toy” albümü Bowie’nin solo kariyerinin güzel albümlerindendir. 1999 yılında çıkan Hours albümü bildiğim kadarıyla digital ortamda yayınlanan ilk albümdür. 2002 albümü “Heaten” Bowie’nin yine farklı albümlerindendir. Bu albümde müziğin yanında çok güçlü şarkı sözleri vardır ve çok mesaj verir. 2003'te “Reality” adlı albümü ile biraz Heaten’ın gölgesinde kalmış olsa da özgün bir Bowie albümüdür. Bu albümün turnesinde kaydedilmiş bir de “Reality Tour” albümü bulunmaktadır. Turnenin son ayağında kalp krizi geçiren Bowie yaklaşık 10 yıl kadar yeni bir albüm yapmamıştır. 2013 yılında gelen “The Next Day” ise 10 yıllık bu açığı rahatlıkla kapatmıştır. Albüm Bowie’nin adeta müziğe dönüş albümü olmuş, müzik kalitesi, kurgusu ve şarkı sözleriyle herkesin beğenisini kazanmıştır. İşte tamda geri döndü derken 3 yıl sonra sanatçının doğum gününde ölüm albümü geldi. Hem de ne albüm. Gelin şimdi de albüme bir göz atalım.



BLACKSTAR
69 yıldır sürekli üreten ve ürettiği her yeni şey bir öncekinden farklı olan bir adam. 69 ncu yaş gününde 25. stüdyo albümünü olan ve veda niteliği taşıyacak albümü Blackstar tam da Bowie’nin tarzına, duruşuna ve kişiliğine yakışır bir veda albümü olmuş. Hayatı boyunca bu kadar farklılıkları kişiliğinde barındıran sanatçıdan ancak bu kadar müthiş bir veda beklenirdi zaten. Albüm her şarkısında ve neredeyse her pasajında, kapak, kartonet tasarımında ölüme dair pekçok şey anlatıyor ve mesajlar veriyor. Üstelik de bu mesajlar sözlerde açık ve net şekilde yer alıyor. Albümün en etkileyici özelliği ise müziklerin de şarkı sözlerini kapsayan temada olması. Albüm sizi gerçekten çok farklı alemlere götürüyor. Blackstar ilk dinlendiğinde insanı sanki biraz ürkütüyor ve geriyor ancak müzik biraz sonra sizi öyle bir içine alıyor ki tüm dünya ile ilişkinizi kesiyor. Sanki sonu bilinmeyen bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Müziğin ilk başlardaki durağanlığı ve ikinci yarısından sonraki hareketliliği önce bir çelişki yaratsa da sanırım ölüm halindeki bir insanın gidip gelen duygularını ifade ediyor. Albüme büyük katkısı olan Tony Visconti Rolling Stone’a verdikleri bir röportajda şöyle diyor: “Bu albümün hazırlanmasında pek çok farklı müzikler dinledik. Amaç rock ‘n roll’dan kaçınmak ve bu boyutta durumu anlatmaktı.” LCD Soundsystem’den Ryan Murphy de albümün hazırlanmasında emeği geçen önemli isimlerden. Bazı şarkılarda davul ve synth da da katkısı mevcut. Ayrıca McCaslin Quartet’ten de bahsetmek gerekir çünkü bu New Yorklu müzisyenler, Visconti’nin de söylediği üzere “tüm deneyselliğin altından inanılmazca kalkabilmişler”.

“Avant-garde” lığın alt yapısını oluşturduğu Blackstar sarkı sözleribirbirinin içine girmiş baştan sona bir bütün aslında. Her ne kadar 7 şarkıdan oluşsa da, hikaye 40 dakika boyunca bir bütün ve müzik ilk şarkıdan son şarkıya kadar sanki sürrealist boyutta sadece şekil değiştiriyor. Son derece ritüelik ve yer yer gerilimli bir albüm aslında. Fazlasıyla ölümü çağrıştırıyor gibi gelse de örneğin bir Lazarus başladığında sözler siziendişelendirse de müzik tüm endişenizi ve gerginliğinizi alıyor, sanki cennetteymişiniz gibi ruhani bir rahatlık veriyor. Aslında albümün ilk şarkısı Blacstar tüm albümü özetleyecek bir kurguya sahip. İçinde o kadar çok şekil değiştiriyor ki, 10 dakikasından üç ayrı şarkı çıkabilir. Saksafonuyla jazz esintileri hissettiren Blackstar’dan “Tis A Pity She Was A Whore”a bağlıyor solo. Thin White Duke dönemini hatırlatan “Lazarus” la devam ediyor albüm. Söz ve hikayesinden dolayı şarkının naif bir ruhu var ve “ölümünü biliyordu” dedirten şarkı bu. Bowie artık özgür, mavi kuş gibi. Bu şekilde bitiyor Lazarus. Bir sonraki parça Sue (Or In A Season of Crime) ise yoğun prograssive rock riffleri ve küçük küçük saksafon soloları içeren kuvvetli bir şarkı. “Girl Loves Me” Blackstar’ın devamı niteliğinde sanki. Bir sonraki şarkı “Dollar Days” sözleri ve müziğiyle bence her dönem klasik Bowie şarkılarının bir karışımı. Çok güzel bir şarkı. Ancak bence en güzel şarkı sözleriyle tam bir veda şarkısı olan albümün son şarkısı “I can’t give everything away”. Ve Bowie arkasında böyle güzel bir eser bırakarak veda ediyor.

Bowie anlaşılması kolay olmayan ancak çok güçlü bir karakter. Hayatı boyunca kendinden çok bahsedilmemiş olmasına karşın belki de anlaşılmayı beklemiş. Bu açıdan albümün kapanış şarkısının isminin “I Can’t Give Everything Away” olması tesadüf değil ve oldukça anlamlı. “Benim hakkında daha fazla şey bilmek isterseniz, şarkı sözlerimi dinleyin”

Sanırım onu en iyi anlatacak cümle şu : "Hiçbir yaptığı iş bir öncekiyle aynı olmadı"



Yorumlar