NEMRUD – A JOURNEY OF A SHAMAN ve RITUAL Albümleri
Bu yazımda size tamamen tesadüfen varlığından haberdar olduğum ancak dinledikçe bağımlılık yapan Nemrud’dan bahsedeceğim. Bu gurubu ben yeni farkettim, hakkında çok fazla bir tecrübem olmasa da araştırınca grubun 2008 yılında kurulduğunu okudum. Bir banka yöneticisi olan Mert Göçay, arkadaşları Harun Sönmez ve Aycan Sarı ile birlikte İstanbul’da “stres atmak” için kurmuşlar grubu. Bu bilgi çok hoşuma gitti ve grup prograssive / physadelic / space rock yaptığı için hemen ilgi alanıma girdi. Böylece grup hakkında bulabildiğim tüm yazı, ropörtaj ve kaynakları tarayarak grup hakkında detaylı bilgi sahibi olmaya çalıştım. Bu yazımda da bu bilgilerden yola çıkarak olabildiğince grubu ve albümlerini tanıtmaya çalışacağım.
Grubun ilk albümü “Journey of the Shaman”, 2010 yılında çıkan ve Türkiye’de yapılmış olan ilk konsept prograssive / physadelic / space rock albümü olarak lanse ediliyor. İkinci albüm “Ritual” ise grubun grubun 2013 tarihinde çıkan albümü. Benim bu albümleri farketmem ise her iki albümün de 180 gr. plak olarak Rainbow 45 etiketi ile basılmış olması.
Biraz önce belirttiğim üzere grup hakkında çok fazla yaşanmış bir tecrübem yok, ancak albümler hakkında söyleyeceğim çok şey var.
Şimdi grubu tanımaya başlayalım. Grup hakkında en başta bilinmesi gereken konu, grubun müziğini çok etkilemiş olan Eloy grubunun kurucusu “Frank Bornemann”ın etkisidir. Grubun beyni olarak nitelendirebileceğimiz Mert Göçay’ın 2007 yılında Hannover’da tanışıp yakın arkadaş olduğu Eloy’un kurucusu Frank Bornemann’ın grubun kuruluşu ve ilk albüm “journey of the shaman” üzerinde büyük etkisi olmuş. Albümün her aşamasını takip etmiş ve yurt dışı tanıtımı için de gönüllü olmuş. Belki de bu sayede grup yurtdışında dünyanın en önde gelen prograssive rock plak şirketlerinden Fransız Musea Records ile anlaşma başarısı göstermiş. Bunun sonucunda albüm, Türkiye dışında yaklaşık 30 ülkede yayınlanmış. Albümün kayıtları Kasım 2009’da “Stüdyo 18” de analog olarak gerçekleşmiş. Kayıtlar sırasında Doğaç Titiz, Hakan Süersan ve Mert Topal konuk sanatçılar olarak yer almışlar. Aycan Sarı’nın Türk mitolojisinden etkilenerek yazdığı hikâyeden esinlenen Mert Göçay tüm albümü besteleyip sözlerini yazmış. Kapak tasarımı ise Harun Sönmez’e ait. Grup Yes, King Crimson, Camel, Eloy ve Pink Floyd gibi gruplardan ve bizdeki Anadolu Rock ezgilerinden oldukça etkilenmiştir. Bu etkiler her iki albümde de yoğun olarak hissedilmektedir. Özellikle Eloy ve erken dönem yani Syd Barret’li Pink Floyd benzerlikleri hemen kulağa çarpıyor. Albümler bir ana hikaye üzerinde birleşen alt hikayelerden oluşuyor.
A JOURNEY OF A SHAMAN
Adını, bir yüzü Doğu’ya diğer yüzü ise Batı’ya bakan mistik bir dağ olan Nemrud’dan alan bu konsept albümde Nemrud’un oğlu Mitos’un gördüğü bir rüya üzerine çıktığı ruhani ve içsel yolculuğu anlatılmaktadır. Albüm temel olarak üç bölümden oluşuyor ve her bölüm bir hikâyeyi anlatıyor. Orta Asya’da bir şaman kabilesinde yaşayan Mitos’un rüyasında “öteki taraftan” aldığı mesajlar üzerine çıktığı bu mistik yolculukta yer alan üç şarkı, Şamanizm’de kabul görmüş olan üç âlemi simgeler. Albüm kapağını oluşturan üç renk de bu sebepten ötürü kullanılmış. Hikâyeye konu olan bu yolculuktan kısaca bahsedersek; Şamanizm’e göre insanların yaşadığı “yer”, ölülerin gittiği “yeraltı” ve ruhsal bir anlamda kullanılan “gök”ten oluşan bu üç âlem, merkezlerinden geçen bir eksenle bağlanır. Bu eksen “gök” ile “yer” arasında bulunur.
Yeraltı” ve “gök” âlemleri 7 katlıdır (Budizmin mutluluğa giden yedi katlı yolu gibi). Göğe çıkacak olan bir şamanın öncelikle yeraltına inmesi gerekir. Kahramanımız Mitos da bu yolları izler ve yeraltına geçiş yeri olan Nemrut’a varmaya çalışır.
Açılış şarkısı olan Part 1’de, yukarıda bahsettiğimiz üzere Eloy etkisi daha girişte hissediliyor. Gitar ve klavyenin kuvvetli rifleri physadelic rock safhalarında ilerliyor ve hikâyedeki atmosferi başarı ile dinleyiciye aktarmaya başlıyor. Vokaller konuşma formatında hikâyeyi anlatır gibi kullanılmış. Bu tür vokal için tanımlanan “Spoken words” tarzı kullanımları gayet yerinde ve etkili bir seçim olmuş.
Part 2, yağmur ve gök gürültüsü eşliğinde over drive gitar soloları ile başlıyor. “Gain” katında yüksek volüm kullanılarak çalınan gitar physadelic ötesine, hard rock sularına dalarak melodiyi çok güçlendiriyor. Bu gitar tarzını albüm boyunca zaman zaman duymaktayız. Part 2’nin ilerleyen dakikalarında ise albüm melankolik bir havaya bürünüyor. Burada da albüm klasik gitar ve perdesiz bas ile yoğun olarak 1970’ler havasını hissettiriyor. Sona doğru ise yine biraz sertleşip bizi bir sonraki şarkı olan Part 3’e hazırlıyor.
Kapanışı yapan Part 3 bizi biraz karanlık, biraz ruhani bir atmosfer ile karşılıyor ve artık iyice yeraltına doğru sürüklüyor. Kapanışa doğru giderken yine vurucu gitar soloları ve yoğun olarak “spoken words” tarzı vokaller ile karşılaşıyoruz.
Albümdeki parça geçişleri son derece başarılı ve yormadan bir parçadan ötekine geçiyor. Albümün derinliğini anlayabilmek ve hikayeyi tam olarak algılayabilmek, bahsettiğimiz yolculukta anlatılan atmosferi yakalayabilmek için albümü birden fazla kez, gürültüsüz, hareketsiz ve dingin bir ortamda kendinizi vererek dinlemeniz gerekiyor. Ancak ikinci veya üçüncü dinlemeden sonra hikayeleri birleştiriyor ve esas hikayeyi görüyor, albümün zengin müzikal armonisiyle ruhani bir yolculuğa çıkarmayı başarıyorsunuz. Böylece albüm size tam olarak ne anlattığını veriyor. Sonuç olarak dinledikçe güzelleşen ve kişiliği olan bir albüm.
RITUAL
Albüm yine physadelic / prograssive / space rock konseptinde bu kez Nemrud’un kendi içsel ve ruhani yolculuğunu anlatmaktadır. Vokal bir önceki albüm gibi yer yer “spoken words” tarzına dönse de kullanıp yoğunluğu ilk albüm kadar değildir.
Albümün ilk şarkısı In My Mind, girişi itibarı ile Pink Floyd’un Syd Barret döneminin deneysel şarkıları gibi gelse de, devamında Eloy’un nispeten daha az karmaşık ve yorucu tarzına yöneliyor. Vokaller, ilk albümdeki gibi hemen etkisini göstermiyor ve belki başlangıçta biraz zayıf kalıyor ama şarkı içinde giderek kuvvetlenerek hikayeyi anlatmaya başlıyor. Ortalara doğru şarkıyı ele geçiren klavye sonlara doğru gitarın yüksek temposu ve overdrive katındaki sololarına teslim oluyor. In My Mind, albümün ilk şarkısı olarak dinleyiciyi içine çekmekte gayet başarılı.
İkinci şarkı Sorrow by One Self ilk şarkıya göre daha karanlık, ve hatta Floyd’un Echoes dönemini hatırlatır kıvamda. Güzel bir klavye girişinden sonra vokallerin yoğunluğu ile birlikte hikayenin ve dolayısıyla müziğin dozunun artması bu şarkıyı bence albümün en iyi şarkılarından biri yapıyor.
Hemen arkasından albümün tek kısa şarkısı Light geliyor. İki ana şarklı arasındaki geçişi sağlayan mükemmel bir şarkı ve vokal çok başarılı. Kısa bir geçiş için ideal. Albümün hikayesi ve şarkı sözleri o kadar derin ki, bu şarkı size dinleneceğiniz bir ara veriyor. Çünkü bu şarkıdan sonra albüme adını veren ve albümün ana teması olan Ritual isimli şarkı var. Bir eleştiride bu şarkı için “altın vuruştan önceki son çıkış” diyordu bence çok uygun bir tanımlama bu.
Albümün son şarkısı Ritual ise bu bakış açısıyla albümün “altın vuruşu”. Şarkı dokusuyla tamamen Eloy’a ithaf edilmiş gibi ancak ortalarından itibaren çok naif olarak Türk ezgilerine azar azar yer veriyor. Burada vokal olarak “spoken words” tarzı yoğunlukta çünkü hikayeyi tamamlamak için bu gerekiyor. Şarkı yaklaşık yirmi dakika sürüyor ancak yedinci dakikadan itibaren format hızlanıyor ve neredeyse sizi koşturarak yoracak hale getiriyor. Vokaldeki iniş çıkışlar oldukça yerinde ve başarılı. Onbirinci dakikadan itibaren altın vuruş başlatıyor ve sizi koltuğunuza bağlıyor.
Burada bir parantez açmak gerekiyor. Albümün içinde yazılmış uzunca metin çok etkileyici ve bu yolculuğun sebebini anlatır nitelikte. Bu notu grubun ve yazarının izni ve hoşgörüsüne sığınarak yazmadan rahat edemeyeceğim. Diyor ki “Disosiyatif bir yolculuktur ritüel, ruhun derinine doğru. İçine dalmayı becerebilendir, ruhunun karanlıklarını gören. İçindeki iyiyi/kötüyü, güçlüyü/zayıfı, gerçeği/hayali çıkarabilen kişidir ruhunun derininden ve bunu diğerine sunar kendisini görebilsin diye aynasında…Yolculuk başladığında dış dünya gerçekliğinden uzaklaşır. İç dünyanın dehlizlerinde biriken acı ve korkuya ulaşmalıdır, kendi yaralarına ulaşabilmelidir. Acısını ve korkusunu eritebilmelidir ruhunun altın tasında ve içebilmelidir kana kana. Acı ve korkusuyla bütünleşen ermiştir artık çünkü acı ve korkudur o, acımaz ve korkmaz. Ritüelini gerçekleştiren insandır ve “insane”dir. Bilinçdışının kapıları açıktır artık bilince, kendi ruhunda özgürdür. Görünen ve olandır eşzamanda. Kendini özgürleştiren, diğerine bulaştırabilir deliliğini….”
İlginçtir, her iki albümü de dinlerken hiçbir şey yapamayacak kadar albüm sizi içine alıyor ve dünya ile bağınızı kesiyor. Kendi açımdan Nemrud gibi bir grubu farketmiş olmam ve Nemrud’un da bu tarz müziği bu denli kaliteli bir şekilde yapan bir grup olması beni çok mutlu etti. Her iki albüm ile 1970’lere bir yolculuk yapıyorsunuz. Physadelic / prograssive / space rock türüne bu kadar bağlı kalmak bu zamanda risk oluştursa bile sonuç olarak müziğinize güveniyorsanız ve müzik kaliteniz standardın üzerinde ise korkmanıza gerek yok, sadık müzikseverler sizi yalnız bırakmayacak ve destek olacaktır.
Son söz; bu türü seviyorsanız bu albümleri dinlerken mutlu olacaksınız. Çok derin hikayelerin güzel bir vokal ve dengeli enstrümanlar ile anlatıldığı bu melodik yapı sizi alıp başka atmosferlere götürecek. Üstelik de plak formatında gayet güzel analog kayıt ile.
Her şey çok güzel de CD lerini bulmak zor, plaksever adamlar. Şu eskilerin bir tane daha baskısını arsalar tadından yenmez. Malum ünlü oldular şimdi biraz daha, benim gibi yeni tanıyanlar var yani :)
YanıtlaSil