FENDER STRATOCASTER VE GIBSON LES PAUL’UN HİKAYESİ
Günümüzde elektrogitarlar ikiye ayrılır, Fender Stratocaster ve Gibson Les Paul dersek sanırım yanlış olmaz. Tabii ki daha pekçok özgün marka ve model mevcuttur ama çoğu gitar da bu modellerin türevidir. Yılların ezeli rakibi Fender ve Gibson’un rekabeti sadece müzik dünyası rekabeti değil, ayrıca bir sanayi ürünü, tasarım rekabetidir ve milyar dolarlık bir sektörü yönetmektedir. Bu savaşta sadece firmalar savaşmamış, aynı zamanda da sanatçılar da cephe almıştır. Hemen her rock gitaristi kendi cephesinde bu şavaşı vermiştir. 1980 lerde ise savaş artık bitmiş ancak kazanan her iki firma olmuştur ve bu iki üretici günümüz gitarlarının standardını belirlemiştir. Piyasadaki hemen hemen tüm gitarlar popüler müziğin tonunu belirlemek için bu iki gitar ile kıyaslanarak değerlendirilmektedir. Aşağıda, Fender ve Gibson hakkında okuduğum dokümanlar, seyrettiğim belgeseller ve sanatçı görüşlerinden yola çıkarak kendi arşivim için derlediğim yazıyı bulacaksınız.
Fender Stratocaster ve Gibson Les Paul tasarlandığı sırada Rock’n Roll henüz yoktu. Müzik daha sonra gelmiş ve bu enstrümanları bulmuştur. Elektrogitar asırlar boyunca tek başına çalınan bir enstrüman veya orkestralardaki bir destek enstrümanı olmuştur. Gitarlar orkestra sololarında bakır ve ahşap nefeslilerin yüksek ve güçlü sesleriyle rekabet edemedi ama manyetiklerin ve elektronik amplifikatörlerin geliştirilmesiyle birlikte içi dolu gövdeye sahip yeni bir enstrümana dönüşerek popüler müziğin ön saflarına doğru ilerlemeye başladı. İçi dolu gövdeye sahip gitarlar yeni bir müzik türüne güç verecekti ve iki rakip şirketin ürettiği iki enstrüman çoğu Rock’n Roll savaşçısının bu yeni sesi yaymak için kullanacağı silah haline gelecekti.
Lio Fender bir müzik enstrümanı devriminin lideri olacak bir adama benzemiyordu. Niyeti de zaten hiç bu olmadı. Okulda saksafon çalardı ama gitar akordu bile yapamazdı. Lio Fender yüksek okulda muhasebe eğitimi aldı. Ek iş olarak radyo tamiratı yaptı. Ardından buhran döneminde muhasebecilik işini kaybettiğinde bir radyo tamircisi açtı ve dükkanına müzisyenler de geldiği için müziğe yöneldi. Plaklar sattı, plak otomatları sattı, radyo sattı, gitar tamir etti, amplifikatör tamir etti ve bu, müzisyenleri dükkanına çekmesine neden oldu.
O dönemde müzik türünün adı Swing idi. Popüler gitaristlerinin çoğu ise Teksas’tandı. Ama en kalabalık seyirci grubunu Güney Kaliforniya’nın dans salonlarında buluyordu. Ve o grupların gitaristleri diğer enstrümanlarla rekabet edebilmek için daha yüksek ses istiyorlardı. O dönemde gövdesinin içi boş olan elektro gitarlar vardı. Tasarımlarında bunlar aslında manyetik algılayıcılar eklenmiş akustik gitardı. Ses yüksekliği açısından en etkin manyetiklerin tasarımı bugün de bildiğimiz şekliyleydi. İçinde bir mıknatıs ve bobinaj teli vardı. Çelik tel bu manyetik alanı karıştırır ve bir sinyal oluşmasına neden olur. Bu sinyal ardından yükseltildiğinde ortaya elektrogitarın sesi çıkar. Ancak boş gövdeli elektrogitarların özellikle de geri besleme konusunda sorunu vardı. Bir amplifikatöre bağlayıp çalındığında amplifikatörden çıkan ses dalgaları gövdenin titreşmesine neden olur ve ses yükseldikçe yükselir. Bu durum kendi tonunu yaratır. Bu sisteme girdiğinde kendinden beslenmeye başlar ve sonunda “dip ses” olarak bilinen rahatsız edici bir gürültü ortaya çıkar. Bu durum elektrogitarı çalabileceğiniz ses seviyesini oldukça sınırlandırmakta idi. Daha önce geri besleme sorununun üstesinden gelmek için üretilen dolu gövdeli gitarlar hiçbir zaman yaygın ticari üretime geçmedi. Ama çelik gitarlarda hali hazırda başarılı olan Lio Fender bu ihtiyacı ve fırsatı görmüş ve çalışanlarının da Esquire 1950’yi çıkarmıştır. Bu gitar sonradan eklenen birkaç özelliğiyle beraber ticari başarıyı yakalamış ilk dolu gövdeli gitar olan Telecaster’a dönüşecekti. Ses yüksekliği açısından en etkin manyetiklerin tasarımı bugün kullanıldığı gibidir. İçinde bir mıknatıs ve bobinaj teli vardır. Çelik tel bu manyetik alanı karıştırır ve bir sinyal oluşmasına neden olur. Bu sinyal ardından yükseltildiğinde ortaya elektrogitarın sesi çıkar.
Fender gitarlarından bir makine olarak bahsedilirdi. Bir fabrikada, bir üretim bandında eski ustalık yaklaşımına göre hiç nitelikli olmayan kişiler tarafından üretilmekteydi. Kullanılıp tüketilmek için üretilirdi. İlk saplar değiştirilebilecek şekilde tasarlanıyordu. Çıkarılabilir akçaağaç sap servis işini kolaylaştırıyordu. Yaygın servis ağlaıyla eski sapı çıkarıp yenisi takılabiliyordu.
Kaliforniya’daki fabrika, Telecaster, çelik gitarlar ve amplifikatörler üretirken Lio Fender çizim tahtasına geri dönmüş ve kez daha çalışanlarının ve gitaristlerin tavsiyeleriyle yeni bir tasarım yapmıştır. Bu kez ortaya çıkan gitarın daha çok özelliği vardı: tremolo kolu, iki yerine üç manyetik ve parlak cilalanmış bir gövde. Sene 1944 ve Stratocaster doğdu. Telekastır ve Stratocaster ile birlikte dolu gövdeli gitarların çağı başlamıştır.
Amerika’nın diğer ucu Michigan’da ülkenin bir başka gitar üreticisinin, Gibson’un tesisi bulunmakta idi. Şirket asrın başından beri telli enstrümanlar üretmekte idi. 1940 ların ortalarında popüler kayıt sanatçısı ve mucit Les Paul şirkete dolu gövdeli bir elektrogitar yapma fikriyle geldi ancak kabul görmedi. Gibson dolu gövdeli elektrogitarlar için bir pazar öngörüsünde bulunmadığı için riske girmemiş ve o dönemde kendini ispatlamış gitar tarz ve tasarımlarından vazgeçmemiştir.
Ancak 1950 başlarında, Fender hızla gözde bir elektrogitar üreticisi haline gelince ve Les Paul hatırı sayılır miktarda plak satmaya başlayınca Gibson şirketi yöneticileri dolu gövdeli gitar fikrini yeniden değerlendirir ve Les Paul ile anlaşma yapmak için görüşmelere başlarlar. Les Paul gitarların geliştirilişiyle ilgili iki hikaye vardır. Biri Les Paul’un hikaysei diğeri de Gibson’ın hikayesidir. Ted McCartney o dönemde Gibson’ın başkanıdır ve onun hikâyesine göre Gibson gitarı büyük oranda kendisi geliştirmiş ve Les Paul’e göstermiştir. Les Paul’un hikayesine göre de gitarın tasarımını 1944’ten beri Gibson’ı da bünyesinde barındıran Chicago Musical Enstruments ile beraber Les Paul kendisi yapmıştır.
İlk Les Paul modeli 1952 yazında piyasaya çıkmıştır. Ama sonraki beş yıl içinde enstrümanda birkaç önemli değişiklik yapılmıştır. “Tunomatik” olarak bilinen yeni köprü de onlardan biridir. Bu yenilik müzisyenlerin telleri tek tek daha ince bir şekilde akort etmesini mümkün kılmıştır ama en önemli değişim gitaristler ve dünya çift manyetikli “Hambaking”leri ilk kez 1957’de Gibson Les Paul de görmüştür. Gibson’ın bu yeni manyetiği o dönemde çoğu gitarda kullanılan tek bobinli manyetiklerinden sonra çok daha güçlü bir manyetiktir. İki farklı yönde sarılmış olan iki bobin dış karışım üzerinde engelleyici bir etki göstermekte ve uğultuyu büyük ölçüde kesmekte daha net bir ses üretmektedir. Bu yüzden bu manyetik “uğultu kesici” anlamına gelen “Hambaking” ismini almıştır. Les Paul’de bugün kullanılan manyetik, 1957’de ilk kez piyasaya sürülen bu manyetiklerin aynısıdır ve standart halini almıştır. Tek bobinli manyetiklerle Hambakingler arasındaki fark ses açısından çok derindir. Farklı hemen algılayabilirsiniz. Herhangi bir kayıtta da hemen fark edersiniz.
Gibson Les Paul’un güçlü sıcak ve dolgun bir sesi vardır. Kendini gösterir. Tonu adeta şarkı söyler ve sesler çok güzel uzar. Stratocaster veya Telecaster daha sert ve saldırgandır. Gibson Les Paul parmaklarınızda kayıp giden bir enstrümandır. Ona hafifçe dokunduğunuzda çalmaya başlar. Les Paul’e sert davranabilirsiniz ama sesi sancı çektiğini gösterir.
Gitarlar birbiriyle yarışırken, müzik cephesinde de sanatçıların savaşı devam etmektedir. Yeni bir müzik türü olan Rock’n Roll’un ortaya çıkmasıyla albüm kapaklarındaki fotoğraflar da değişime uğramaya başlamıştır. Özellikle albüm kapaklarında yer alan “sanatçı ile gitarı” kavramı ortaya çıkmıştır. Buddy Holly, Bill Haley gibi sanatçıların albüm kapaklarında yer alan gitarlar, ardından gelen diğer sanatçıların Fender veya Gibson tercihlerini belirlemektedir.
Fender bu albümlerde gitarı daha etkileyici göstermek için, Stratocaster’ı standart “güneş parlaması” rengiyle ve sık kullanılan krem rengiyle cesur bir şekilde sunmaya başladı. Renkleri insanların onu “yeniçağın yeni gitarı” olarak algılamalarına katkı sağlamıştır. Renk seçenekleri sıklıkla o dönemin popüler araba renklerine de uyuyordu. 1959’da Stratocaster’daki diğer önemli bir değişiklik de eskiden yekpare akçaağaç olan sapının üzerine eklenen gülkağacı katmanı oldu. Bu değişiklik gitarın görüntüsünü ve sapın verdiği hissi önemli oranda değiştirdi.
1950’lerin sonlarında Gibson’ın Les Paul bir kimlik krizi yaşıyordu. Gibson insanların Les Paul gibi çalmak istedikleri veya onun tarzında çaldıkları için üzerinde Les Paul’un adı olan bir gitarı hemen alacaklarını sanıyordu ama aslında çok ender gitarist o gitarı Les Paul gibi çalmak istediği için aldı. Ama enstrüman yeni bir müzik türünü tanımlayan gitaristler tarafından kullanılıyordu. Bu sebeple Electric Blues ve Chicago’da caz plakları kaydedenlerin seçimi oldu. Les Paul özellikle o dönemde çok ünlenen blues sanatçısı Hubert Sumlin’nin tercihiydi. Gibsın kısa süre sonra gitara son bir rötuş daha yapacaktı. Bu, gelecekte gitar ile özdeşleşecek bir yenilikti. 1958’de gitar piyasaya, güneş sarısı ile kiraz rengini harmanlayan bir boyayla çıktı. Bu boya akçaağaçın doğal damarlarını ve desenini vurguluyordu. Bu geleceğin gitaristlerinin elinin altındaki bir ateş olacaktı. Gitar üç boyutlu bir görünüme sahip oldu ve adeta akçaağacın derinliklerinde bir şey oluyormuş gibi etki yarattı. Aslında tabii ki bunun gitarın sesi veya performansı üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Gitar performansı söz konusu olduğunda desenli bir akçaağaçla düz bir akçaağacın sesi bire bir aynı idi ama orada bir şeyler oluyormuş gibi görünüyor ve “Bu gitar yaşıyor” hissi uyandırıyordu.
1962’nin sonuna doğru Les Paul’un önce beş yıllık yapılan ve sonra beş yıl daha uzatılan sözleşmesinin süresi doluyordu. Les Paul’in yıldızı sönükleşmeye başlamıştı. Les Paul aslında bu gitarın tasarımından hiçbir zaman hoşnut olmadı. Les ve Gibson o zaman yollarını ayırdı.
1963’e gelindiğinde Gibson’ın koleksiyonunda Les Paul modeli gözden kaybolmaya başladı. Altmışların başlarında Gibson iyi miktarda elektrogitar satıyordu ama Rock’n Roll’un artık Fender’e ait idi.
1960’ların ortalarındaki İngiliz istilasından kısa süre sonra yeni bir tür virtüöz gitarist baş göstermeye başladı. Birçoğu İngiltere’den çıkıyordu ve çoğunun tekniği blues’a dayanıyordu. Gibson’ın o dönemde üretimini bıraktığı Les Paul’un yeniden takdir edilmesini sağlayanlar yine de Amerikalı blues müzisyenleri oldu. Amerikalı blues’culardan sonra Les Paul gitarları İngiliz sanatçıların müziklerinin kökünde blues olması sebebiyle İngiltere’de talep görmeye başladı. Eric Clapton ve Jeff Beck ile Jimmy Page’de birer tane vardı. Jimmy Page bazı kayıtlarda Fender Telecaster ile çalsa da Led Zeppelin’in şarkılarının çoğu Les Paul’un o kendini belli eden sesiyle doludur. Aynı Amerika da Fender’da olduğu gibi İngiltere’de de müziğin yanı sıra yeni bir gitarist kuşağını motive eden şey yine albüm kapakları oldu ve burada Gibson etkisini göstermeye başladı.
Devrim niteliğindeki müziği ilk olarak Londra stüdyolarında kaydedilecek olan başka bir müzisyen, müzikteki sihrini bir Fender’den çıkarıyordu. Bu müzisyen Jimi Hendrix idi ve Hendrix Stratocaster’ı sonrasında Fender kullanacak olan tüm modern gitaristler için standartı belirleyen gitar oldu. Hendrix Stratocaster kullansın kullanmasın, müziği en çok etkilemiş olan gitaristtir. Bugün Stratocaster’a başarısını kazandıran müzisyenler için temeli o atmıştır desek yanılmış olmayız..
Müziği değiştiren İngiliz gitarist ordusu bıkıp usanmadan Les Pauller ile kayıt yapmaya devam edince sonunda Gibson yöneticileri 1968’de bu talebi karşılamak için hamle yaptılar ve Gibsın Les Paul’ü yeniden piyasaya sürdüler.
1960’ların sonlarında Fender de sorunlar yaşıyordu. Şirket birkaç yıl önce satılmış ve zanaatkarların yerini endüstri mühendisleri almıştı. Şirket maliyeti azaltmak için yeni prosedürler uygulamaya başladı. Parçaların ve malzemelerin alımıyla ilgili yeni uygulamalara gidildi. Daha önce Fender’in ürettiği ayar düğmelerini, kulakları ve akort burgularını dışarıdan almaya başladı. Tüm bunlar üretilen gitarların değerini ve kalitesini düşürdü ve tercih edilmeyen bir gitar haline getirdi.
Hem Fender hem Gibson için yetmişler ve seksenlerin başları zor yıllardı. Büyük şirketlerin altında uzun yılları bulan yönetim süreçlerinin ardından çoğu müzisyen gitarlarını kalitesiz olarak görmeye başlamıştı.
1970’lerin sonlarında ve 80’lerde Fender’de çalışanların çoğu müzisyendi, çoğu ne olup bittiğini biliyordu. Fender’in durumunun ve ününün sönmekte olduğunun farkındaydılar.
Gibson satışları da oldukça düşmüş idi. Genelde bir düşüş vardı. Bunun nedeni kalite kontrol sorunları ve yenilikçi gitarlar yaratmak için verilen başarısız çabalardı.
1980 lerde nispeten yeni müzikçiler modifiye elektrogitarlarıyla popülerlik kazandı. Genç gitaristler aynı zamanda daha yüksek ses de istiyorlardı. Bu, Lio Fender’in güçlü amplifikatörleriyle onlara sunabildiği bir şeydi. Fender, elektrogitarlara yaptığı katkıyı, gitar üzerine olduğu kadar amplifikatörler üzerine de yoğunlaştırdı ve gitarın ve amplifikatörlerin adeta birbirlerine basamak olarak yükseldikleri bir döneme girildi. Bu yazının konusu olmamakla birlikte paralel olarak Marshall’ın gitar amplifikatörlerini de unutmamak gerekir. 58 Les Paul bir Marshall amplifikatöre bağlandığında adeta kemanımsı bir sesi üretir. Tremolo kolunuz sorunsuz çalışıyorsa ve amplifikatörün yanında doğru yerde duruyorsanız harika bir sese ulaşılır. Gibson sonunda gitaristlerin istediği şeyin Hambaking manyetikler olduğunu anladı ve bu parçalar ellilerin sonlarındaki modelleri canlandırmak amacıyla yetmişlerin başlarında gitarlara yeniden eklendi. Alevli desen, doğru gövde kavisi, doğru manyetik konfigürasyonu yapıldı. Böylece Gibson seksenlerin başlarında orijinal Les Paul’un kopyalarını çıkarmaya başladı. Ama gitarın görüntüsünün ötesinde elektronik yapısı, manyetikleri de yıllar içinde değişti. Farklı manyetikler kullanıldı, farklı elektrik sistemleri döşendi. Manyetiklerde kullanılan teller değiştirildi ve bugünkü Gibson Les Paul yaratıldı.
Fenderciler ve Gibson’cular gitarları şöyle anlatırlar: Gibson biraz daha yumuşaktır. Daha akışkan bir hissi ve sesi vardır. Fender’de ise istediğiniz sesi almanız için üzerinde cidden çalışmalısınız. Gibson’da ondan alabildiğiniz sesler ve tonlar yüzünden tek bir yolda ilerleyebilirsiniz. Stratocaster’da isterseniz Les Paul gibi yumuşak sesi çıkarabilirsiniz ama Les Paul’den Strat sesi alamazsınız. Stratocaster çalanlar manyetik seçimleri ve kombinasyonları sayesinde daha büyük bir çeşitliliğe sahiptir. Üç temel manyetik seçeneği ve İki de ton ayarınız vardır. Bridge, mid ve neck manyetikleri 5 basamaklı anahtar ile tek başlarına veya birbirleri ile birlikte çalışarak clean sound’dan en sivri sese kadar çok zengin bir ses yelpazesi yaratır. Bazı yıldız gitaristler kariyerleri boyunca bir taraftan diğer tarafa da geçmişlerdir. İlk başlarda adı Gibson’la özdeşleşen Clapton Stratocaster’ın en meşhur sanatçısıdır. Fender gitar şekil olarak narin bir kız vücudu gibidir. Arka tarafındaki girinti kıvrılarak devam eder ve vücuda tam oturur. Bu da çalarken daha fazla bir samimiyet doğurur.
Sonuç olarak artık iki gitar imalatı ekolü vardır ve neredeyse gitar üreten herkes bu mdellere benzer üretimler yapmaktadır. Fender ve Gibson gitar üretim ekolü biraz birbirinin alanına girmeye çalışsa da ikisi de başarılı olamaz çünkü aslında gitar imalatı anlayışları kökten farklıdır. Les Paul görünümlü bir Fender’i veya Stratocaster görünümlü bir Gibson’ı kimse istemez çünkü aslında biri diğerinden iyi değil ve onlar artık zamanın ötesindeki enstrümanlardır.
Yorumlar
Yorum Gönder