Klasik Müzik Dünyası ve Gençlik



Geçenlerde bir konser esnasında bir olaya tanıklık edince bir kaç satır yazayım dedim. Olay şu; bir konsere giriş esnasında bir grup genç normal günlük kıyafetleri ile gelmişler ve konsere alınmama durumları olmuş. Onun tartışması yaşanıyor. Çocuklar belli ki "heavy metal" dinleyicisi ama efendi tipler. Öyle taşkınlık filan yapmadan dertlerini anlatıyorlar. Konsere giren bir kaç kişide bu tartışmanın içerisine girdi, klasik müzik bir kültürdür, bir adabı vardır diyerek. Anlayacağınız konu gitgide dallanıp budaklanıyor. Sonunda genç arkadaşlar sıkılıp konsere girmekten vazgeçtiler. Bende kapıdaki tartışmaya tabii ki müdahil oldum ki, her türlü formal sabit fikirden nefret eden bir insan olarak genç arkadaşların yanında yer aldım. Geçmişten bugüne değişen yaşamlarımızda bu tarz uygulamaların doğru olduğunu düşünmüyorum. Evet özel bir gala gecesinde tabii ki insanlar kılık kıyafetlerine dikkat etmeli ona lafım yok. Ama normal bir konser akşamında bu tarz yaklaşımların doğru olduğunu pek düşünmüyorum.

Klasik müzik sadece ülkemizde değil tüm dünyada albüm birim satışı açısından sabit durumda veya yıllar içerisinde azalıyor. Kemikleşmiş ama çok kalabalık olmayan bir dinleyici kitlesi olduğu muhakkak. Ancak yeni nesillerden bu müziği merak eden, dinlemeye hevesli insanlara ulaşmak konusunda sıkıntı var. Aldığım veya abone olduğum hemen her müzik yayınında klasik müzik dünyasında ortalığın oldukça karışık olduğunu anlamak mümkün. Ekonomik krizinde etkisiyle özellikle Orta ve Güney Avrupa'da boş konser salonları, satmayan albümler ile alakalı bir çok makale okudum, okuyorum. Avusturya gibi ülkelerde bile konser turizmi olmasına rağmen sıkıntılara dikkat çekiliyor. Tabii ki daralan endüstri yanında bir çok kavga dövüş getirmiş durumda. Büyük ve önemli dergilere eleştiri okları yönelmiş durumda ve farklı köşelerden karşılıklı bombardımanlar yapılıyor. En büyük tartışma görebildiğim kadarı ile plak firmaları, dergiler, editörler arasındaki cıvık cıvık ilişkiler. Ekonomi daralınca hiç seslendirilmeyen şeyler, seslendirilmeye başlayınca ortalık birbirine girmiş durumda.

Sadece ülkemizde değil dünyada da bir çok konu tartışılıyor. Ancak bir gerçek var ki, günümüzün sert hayat koşullarına ve endüstriyelleşme/globalleşmeye oldukça karşı duran, müzikal manada klasik ancak hayat görüşü ve anlattıkları açısından daha modern bir müzik yükselmeye başlamış durumda. Zaman zaman Stereo Mecmuası'nda yer verdiğimiz bir yanıyla klasik müziğe akraba ancak işlediği konuların bambaşka olduğu "Dark Classical" gibi alternatif akımlar yükselişlerine devam ediyorlar. İşin ilginç tarafı bu tarz topluluklarda çalan müzisyenlerin tamamının klasik müzik eğitimi alması ancak içlerindeki farklı bir şeyler yapma istediğinin ağır basması. Hatta bazı müzisyenler aynı zamanda önemli orkestralarda çalışıyor. Yani her şey iç içe girmiş durumda. İlk dönemlerde gençler arasında  -çeşitli sebeplerle- başlayan Wagner merakı yavaş yavaş 20 yy Rus bestecilere ve modern klasik akımlara doğru kaymaya devam ediyor görebildiğim kadarı ile.

Tabii ki, klasik müzik başlı başına bir uzmanlık konusu ve yüzyıllar boyunca evrilmiş ve gelişmeye devam eden önemli bir kültürel derya. Ancak modern dünyanın gençleri, bu dünyanın çok derinliklerine girmeden belirli noktalardan hareket ederek kendi fikirlerine ulaşmaları konusunda cesaretlendirmek lazım. Bu tarz müziği dinleyen herkesin orkestralar, şefler, müzisyenler ve hatta kayıtlar alanında fikirleri vardı ve bir çok kişi için tartışılmazdır. Günümüzün dünyasında genç bir müziksevere şu eseri; bu şefin yönettiği şu orkestranın bilmem kaç yılında çıkarttığı kayıttan dinlemelisin dediğinizde işler zaten karışmaya başlamış demektir.



Bunları yazmamın bir diğer sebebi genç nesillerin şu an klasik müzik konusunda çok fazla merak içinde olduklarını bilmem. Şu son yıllarda bir çok önde gelen popüler müzik topluluğu veya daha uçlardaki müzisyenler klasik müzik orkestraları ile ortak çalışmalar yapıyorlar. Ortaya çıkan müziğin kalitesini nasıl yorumlarsanız yorumlayın ortaya çıkan melodi ve duygu zenginliği klasik müziğe çok uzaktaki geniş kitlelerin ilgisini bile çekecek düzeyde. En son Alman ZDF Kultur kanalında da yayınlanan Dimmu Borgir isimli Norveçli black metal topluluğunun Çek Ulusal Filarmoni Orkestrası ile Wacken festivaline katılması geniş genç kitlelerini bu bambaşka müzik deryasına doğru hareketlendirdi. Son yıllarda bunun örnekleri çok ancak zamanında özellikle 70'lerde Deep Purple gibi toplulukların Londra Filarmoni ile ortak çalışmalarına bakarsanız bu kombinasyonun ilginç sonuçlar verebildiğini zaten herkes biliyor..

İşin ilginç tarafı bu tarz ortak çalışmalara katılan klasik müzisyenlerin hallerinden çok mutlu olması. Onbinlerce seyircinin karşısında rahat bir şekilde müzik icra etmenin ve onbinlerce insanın melodilere eşlik etmesinin çok değişik bir deneyim olduğunu söyleyen müzisyenler de, içlerinde bulundukları ortamın verdiği enstrümanlarının sınırlarını zorlayabiliyorlar.

Tabii ki tüm bunlardan etkilenen genç kitlelerin konser salonlarına koşması ve bir şekilde canlı konser izleme içgüdüleri zaman zaman duvara çarpıyor. Eserler daha doğrusu bölümler arasında alkış olmamalı, konsere giderken kıyafet adabı gibi konularla karşılaşan genç kitleler kolay yolu seçip internetten edindiği müziği kendi halinde dinlemeyi seçiyor. Bu durum nasıl aşılır bilemiyorum. Ancak bir şekilde aşılması gerektiği ortada.

Dünyada da bununla ilgili bir çok tartışma var. Büyük orkestraların salonlardan çıkarak konser alanlarında, geniş kitleler ile buluşması şimdilik bulunan ve işleyen çözümlerden bir tanesi. Türkiye'de ne olur, ne yapılabilir bilemiyorum ancak sitenin klasik müzik yazıları fena halde okunuyor ve bir çok müzisyen hakkında sorular geliyor. Anlaşılan yakın bir zamanda Wagner ile alakalı yazılar yazmamız şart ayrıca modern klasik bestecilere el atmamız gerekiyor. Ve tüm bunları yaparken geniş kitlelerin anlayacağı şekilde yapmalıyız.

Klasik müzik dünyamız kendi içerisinde bir  tartışma bir hesaplaşmanın içerisindeyken dışarıdaki dünyada özellikle üniversite gençliği arasında klasik müzik pek alışılagelmedik şekilde yükselmeye devam ediyor ve görebildiğim kadarı ile her iki kitlenin pek buluşabilme ihtimali yok şimdilik.

Bu noktada bizim eserleri nasıl anlattığımızda mühim. Igor Stavinsky'nin Le Sacre du Printemps'ını bir eser olarak ele alıp derinliği içerisinde kaybolmak yerine, eserin köklerine inildikçe size bakan bakışların gitgide daha meraklandığını görebiliyorsunuz. Claude Debussy'nin Prelude a 'L'apres-midi d'un Faune eserinde de aynı durumu yaşadım örneğin. Satyr'ler ormanın ruhu derken bir anda bakışlar değişiyor. Nedeni ise gayet basit, bu yaşlardaki insanlar bu konulara meraklılar ve müzik onlar için hikayelerini öğrendikçe daha da mistik hale geliyor.

Yaz aylarında bu konulara çok sıklıkla değineceğiz. En azından hazırlıklarımız o yönde ;)

Yorumlar

  1. Bunu okurken Luigi Boccherini gitar quintetlerinden birini dinliyordum... ve zevkle okudum...

    Aslında Malmsteen ile metal dinleyen çevrenin klasik müziğe olan ilgisi arttı.. Pek çokları Malmsteen'in yaptığı şeyleri başta saçma bulmuştu, ama sonunda adam kendi alt-türünü yarattı ve pekçok neo-klasik metal grubuna ilham verdi...

    Malmsteen'den daha hızlı ve melodik müzik yaparak piyasayı kavuran ve Guitar Hero'lara kadar gelen DragonForce ise klasik müzikten oldukça etkilenen power metal'i daha da geniş kitlelere yaydı..

    Thrash Metal'den oldum olası hazzetmeyen benim gibi neo-klasik, shred ve power metal hayranları için çok da iyi oldu tüm bunlar...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder