Ferit Odman İle Keyifli Bir Sohbet



FERİT ODMAN İLE KEYİFLİ BİR SOHBET
Bu yazımda değerli sanatçımız Ferit Odman ile kendi sisteminde ve benim sistemimde gerçekleştirdiğimiz dinleme seansları esnasında yaptığımız sohbete yer vereceğim. Böylece hem Ferit Odman’ı daha yakından tanımış olacak ve hem de dinleme notlarımızdan bahsetmiş olacağız.

T.T : İsterseniz önce ben sizi nasıl tanıdım kısaca ondan bahsedeyim. Adınızı epey duymuştum ancak müziğinizi ilk kez “Autumn In New York” albümünüz ile dinledim. Albümün plak baskısı Türkiye’de satışa sunulmuştu. Woody Allen’ın New York temalı filmlerinden çıkagelen bir albüm gibi geldi adını ve kapağını gördüğümde. Hemen alıp dinledim. Duyduğum müzik beni etkiledi. Gözümü kapattım ve bir an kendimi New York’da hissettim. Albümü defalarca dinledim. Böylece Ferit Odman hayranlığı başladı. Fakat Ferit Odman kimdi? Nasıl böylesine güzel bir albüm yapmıştı ve başka albümleri var mıydı öğrenmem lazımdı. Sizinle ilgili bulabildiğim tüm makale ve röportajları okudum. Sizi böyle tanıdım. Peki siz müzikle nasıl tanıştınız? Bir röportajınızda Cengiz Baysal ve Can Kozlu’nun üniversitede hocanız olduğunu okumuştum.


F.O : 11 yaşında yastıklara vurarak başladım davul çalmaya. 18 yaşıma kadar davulum olmadı. Lise orkestrasında çaldım. Milliyet gazetesinin liseler arası müzik yarışmalarına hazırlanırdım sürekli. 17 yaşımda AFS değişim programı ile İsveç’e gittim. Oradaki okulda güzel imkanlar çıktı karşıma. Okulun caz orkestrasında çaldım. Okuldaki hocalarımın hepsi müzisyendi ve birlikte çalma fırsatım oldu. Okuldaki öğrenciler arasından seçilen ve benim de aralarında bulunduğum bir grup öğrenci İsveç askeri bandosunda çaldık. Benim için müzik dolu bir dönem oldu İsveç’deki okul. Hocalarımın “sen kesinlikle müzisyen olmalısın” tavsiyelerinden sonra Türkiye’ye döndüm ve tam burslu olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne girdim. Cengiz Baysal ve Can Kozlu üniversite ders veriyorlardı ve bahsettiğiniz gibi benim hocalarım oldular.

Mezuniyetten önce, 2004 yılında 1 ay süre ile New York School For Improvisational Music okuluna gittim. New York tutkusu böyle başladı ve her zaman çok sevdiğim New York’lu müzisyenler ile birlikte çalma fırsatı yakaladım. Billy Hart gibi davulcularla çalıştım. Türkiye’ye döndükten sonra Bilgi Üniversitesi’nden bölüm ikincisi olarak mezun olup, kazanılması zor bir burs olan Fulbright bursu ile tekrar Amerika’ya, yüksek lisans yapmaya William Paterson University’e gittim. Bu okul, Amerika’nın Jazz Room adı verilen en eski pazar konser geleneğini sürdüren ve caza büyük destek veren bir okuldur. Bu arada Amerika’ya gitmeden önce pek çok başarılı Türk Caz müzisyenleri ile çalma tecrübelerim oldu. Türkiye’nin önemli caz müzisyenleri ile beraber çalmış ve sanırım diğer insanlara göre her şeyi daha erken yapmış bir müzisyenim diyebilirim. İlk albümüm Nommo’yu 24 yaşında New York’da kaydettim. Döndüğümde, Kerem Görsev ile birlikte çalışmalar ve TRT Caz Orkestrası’ndaki çalışmalar başladı. İkinci albümümü yine Amerika’da kaydettim ve nihayet üçüncü albüm çıktı. Böylece pek çok işi erken yapmış oldum.

T.T : Caz kendiliğinden mi çıktı yoksa bir etkileşim oldu mu ?

F.O : Sürekli caz dinlenen bir evde büyüdüm. Babam, Amerika’daki iyi okullardan biri olan Wharton School mezunu idi. Okulda öğrenciyken caza çok ilgi duymuş. Cannonball Adderley, Thelonious Monk plakları hala duruyor. Ben bu hazineyle büyüdüm ve başka bir müzik olmadı hayatımda. Babamın 1963 yılında gittiği Amerika’dan getirdiği plaklar benim caz müzisyeni olmamda etkili oldu.

Davul aslında eşlikçi yönüyle çok önemli bir enstrüman. Ortamda oluşan müziğe katılmanız gerekiyor. Çok demokratik bir müzik caz. Herkesin söz hakkı var ve o söz hakkını doğru yerde kullanınca güzel bir müzik çıkıyor. O yüzden hem eşlikçi, hem de katılımcısınız. Bunu çok iyi dengelemek gerekiyor ki, güzel bir müzik ortaya çıksın.

T.T. : Davul dışında başka bir enstruman tercihiniz olur muydu ?

F.O : Böyle bir şey benim için söz konusu değil çünkü hakikaten küçüklükten beri eli ayağı hiç durmayan bir çocuktum. Bu iş için doğduğumu biliyorum. Bu işle hayatımı sürdüreceğime ve bu işi profesyonel olarak yapacağıma 13 yaşımda karar verdim. Davula 11 yaşımda başladım ve iki sene sonra ben bunu yapmak istiyorum diyerek bu kararı verdim. Belki her şeyin erken olması bu kadar erken ve net karar vermiş olmam ile ilgilidir.

T.T : Peki ya Kerem Görsev ? Onunla çalmak nasıl bir duygu?

F.O : Çok farklı bir duygu. Şöyle ki; ortaokul ve lise yıllarında bir televizyon kanalında heyecanla beklediğim Kerem Görsev ile Caz programı vardı. Kerem Görsev soru sorar ve doğru cevaplayanlara CD hediye ederdi. En az 10 CD kazanmışımdır. Bu şekilde idolünüz olan bir insanın daha sonra sizi grubuna kabul etmiş olması müthiş bir duygu.

Kerem Görsev ile birlikte çalan Cengiz Baysal bir şekilde kariyer değişikliği yapıp gruptan ayrılınca beni önerdi. O günden bu güne 10 senedir aktif olarak birlikte çalıyoruz. 10 senelik oturmuş bir grup oldu Kerem Görsev Trio. Türkiye’de Kerem Görsev dışında, caz duayeni olmuş sanatçıların beni seçiyor olması da benim için çok gurur verici. Hayatını davula adamış bir insan olmamım bunda etkisi büyük sanırım.

T.T : Pek çok güzel konseriniz olmuştur mutlaka ama sizi en çok etkileyen konseriniz hangisi? 

F.O : New York’dayken okulumda hocam olan Mulgrew Miller ile St.Peter’s Church’de çalmıştık. Lexington Avenue’nin üstündedir ve Jazz Church olarak da bilinir. Caz tribute konserleri hep o kilisede yapılır. O kilisenin önünde Mulgrew Miller ile Trio olarak çaldığım günü hiç unutamıyorum. Mulgrew Miller bana çok şey öğretti, 55 yaşında vefat ettiğine arkasında çok güzel albümler bıraktı, O albümleri dinliyor kendisini sürekli anıyorum. Ayrıca North See Jazz Festival’de kendi grubumla çalmıştım, o da benim için kariyerimdeki üst noktalardan bir tanesidir.

T.T : Caz dinleyicisini nasıl görüyorsunuz? Genelde orta yaş grubunun dinlediği bir müzik diye biliniyor.

F.O : Çok küçük bir orandan bahsediyoruz. Dinleyici sayısı çok fazla değil ama o müziğe çok büyük bir tutku ile bağlı olan insanlar. Plak da alıp dinliyor, Caz konserlerine de gidiyorlar. Gerçekten sadık ve sanatçısına çok iyi tutunan bir dinleyici kitlesi var. Türkiye ile dünya arasında ise şöyle bir fark var: Türkiye’de daha genç kuşak caz dinliyor. Batıda bu kitle 50 yaş ve üzeri.

Örneğin Nardis Jazz Club’e gittiğinizde 25 – 30 yaş grubu arası bir dinleyici kitlesi var. Bu sevindirici çünkü bu kuşak, bir sonraki jenerasyonun da altyapısını oluşturuyor. Bu kuşağın çocukları evlerinde benim gibi caz dinleyerek büyüyecekler. Caz çok ilgili bir kitleye hitap ettiği için alışılması, öğrenilmesi ve doğru başlanılması gereken bir müzik. Yanlış bir albüm ile başlarsanız bir daha hiç dinleyemeyebilirsiniz. Avantgard bir albüm ile başlamamak lazım.

T.T : Kesinlikle tam da söylediğiniz gibi. Başlamak için doğru albüm seçmek önemli bir konu. Genç yaşınıza rağmen gerçekten başarılı bir kariyeriniz var. Tabii ki bu bir tesadüf değil. Temelinde çok ama çok çalışmak var mutlaka. Peki günlük yaşamınızda davul başında ne kadar vaktiniz geçiyor? Günde kaç saat çalışıyorsunuz ?

F.O : Haftada 3 gün TRT Caz Orkestrası’na provaya gidiyor ve 3 saat orada çalıyorum. Bunun dışında prova ve sound check için yine 3-4 saat çalıyorum. Konserler, performanslar oluyor genelde 2 saat civarı. Yani günde10 saati buluyor. Hayatım hakikaten davul çalmakla geçiyor. Bazen kollarım çok yorulmuş olarak eve dönüyorum.


T.T : Son albümünüz Dameronia with Strings analog plak olarak basıldı. Bunu ilk duyduğumda çok şaşırmış ve merak etmiştim. Aslında niye böyle bir tercih yaptığınızı merak etmiştim. İlk çıkan numaralı baskıyı o dönem Audioavm’nin sahibi sevgili Ozan Turan’dan imzalı olarak edinmiştim. 

Daha sonra Timpani’de sevgili Adnan Arduman’ın organize ettiği ve sizin albümünüz ile kayıt aşamalarını anlattığınız dinletinin videolarını izledim ve o zaman analog dünyanın ne kadar içinde olduğunuzu gördüm. Bu arada albüm Japonya da 24 bit çözünürlükte çok özel XRCD (eXtended Resolution Compact Disc) olarak basıldı. Bu da çok nadir basılan bir format. Bunun hikayesini de merak ettim doğrusu.

F.O : Bu tamamen benim analog tutkumdan olan bir merak. Hem müzisyen olup hem de odyofil dünyaya yakın olan müzisyenler var ama çok fazla değiller. Tam analog albüm dünyada belki yılda beş ya da altı civarında çıkıyor. Ben böyle bir çılgınlık yaparak albümü, hiç edit şansı olmayan, tam analog şekilde kaydetmek istedim. Stüdyoda ne çaldıysak tamamen onu duyuyorsunuz. Hiç bir dijital sıkıştırmaya girmeden kayıt ediliyor ve direk plağa iğne ile yazılıyor. Bu gerçekten çok özel bir şey.

T.T : Plağın numaralı ilk baskısı çok kısa bir sürede tükendi değil mi? Şu an bulunmuyor. Gerçekten koleksiyon değeri olan nadir bir plak.

F.O : Evet, plağın ilk baskısı sınırlı sayıda basıldı ve hemen tükendi. İlk baskılar hep değerlidir. Özellikle sınırlı sayıda ve tam analog basılmış ise. Plağın çoğunu Amerika satın aldı. Orada Equinox Music ile ortak olan Elusive Disc isimli bir dağıtım şirketi var. Amerikalıların ve özellikle Japonların analog plaklara ilgisi büyük. Bu sebeple plak birinci ayda tükendi. Test baskısını analog dünyasının duayeni olarak bilinen Michael Fremer‘a gönderdik. Fremer Analog Planet isimli bloğunda plaktan çok övgü ile bahsetti. Test baskısının gönderilmiş olması onun için çok prestijli bir olay. Albümü çok beğenmiş ve albüm hakkında çok güzel bir yazı yazdı. Böyle bir şey yaptığınızda direk dünya sahnesine giriyorsunuz. XRCD ise benim çok şaşırdığım bir şey oldu.

Hiç bir girişimimiz olmadan, Japonya’dan JVC firmasından bu albümün XRCD haklarını almak istiyoruz şeklinde bir teklif geldi. İlk başta tuhaf geldi, üzerinde Japonca karakterler olan bir albümüm olması benim için çok ütopik bir olaydı. Albümün özelliği 24 bit çözünürlükte yeni bir mastering olması. Normal kayıtta duymadığınız detayları duyabilirsiniz. Kayıt edilen bantları Japonya’ya gönderdik. Özel bir teknoloji kullanılarak bu CD yapıldı. Türkiye’de pek duyuramadık Japonya ve Amerika da CD kısa sürede tükendi. Bu CD’yi normal CD çalarlarda çok daha fazla ses detayı alarak dinleyebiliyorsunuz.



T.T : Geçen sene üç albümünüzü plak olarak yeniden basarak “The Vinly Collection” ismi ile şık bir kutu içerisinde boxset olarak piyasaya sürdünüz. Böylece aslında Türkiye’nin ilk boxset’ini siz yapmış oldunuz. Ben yıllarca Türkiyedeki büyük plak şirketlerine niçin bir Türk sanatçının albümlerinden koleksiyon değeri olan şık bir boxset yapmıyorsunuz diye yakınıp durdum. CD olarak var ama plak olarak yok. Derken sizin harika boxset’iniz geldi. Bu güzel seti biraz anlatır mısınız ? Fikir nasıl çıktı?

F.O : Bu set üzerinde çok titiz çalıştım. Ben plak dinlemeyi seviyorum. E vde buna uygun bir analog sistemim var. Ben bir dinleyici olarak nasıl bir boxset almak istersem, ona uygun bir koleksiyon ürünü olmasını istedim. Kutunun içerisinde plak malzemesinden yapılmış, küçük plak şeklinde bardak altlıkları var hediye olarak. Bu çok güzel bir dokunuş. The Vinly Collection setinin kapağında Japon sanatçı Takao Fujioka’nın özel olarak yaptığı altın varaklı bir çizim yer alıyor. Plaklar albüm kapaklarına uygun olarak renkli ve 180 gram olarak basıldı. Dameronia With Strings albümü yine tam analog olarak yer alıyor. Bu Boxset de Amerika’da çok ilgi gören bir ürün oldu. Bu kadar üst kalitede yapılmış bir koleksiyon ürünü olmasına rağmen Türkiye’de ki satış fiyatı da oldukça uygun tutuldu.

T.T : Sıradaki projeniz nedir ? Kerem Görsev Trio ile bir albüm var mı ufukta? New York’da stüdyoya girdiğinizi duydum.

F.O : Evet New York’ta yeni bitti kaydımız. Bu sefer albümün prodüktörlüğünü de üstlendim. Kayıt ile ilgili tüm detayları halletmiş oldum. Kerem Abi’ye de sadece gidip çalmak kaldı. Benim son iki albümümde yer alan Terell Stafford ve Peter Washington yer alıyor albümde. Quartet formatında yeni Kerem Görsev kompozisyonlarını 4 saat içinde kaydettik. After The Hurricane hem CD hem de Plak olarak Nisan ayında raflarda yerini alacak diye umuyoruz.

T.T : Odyofil olmak nasıl bir şey ?

F.O : Sonu olmayan, uçsuz bucaksız bir dünya. İçine girdiğinizde çok para harcatan ve bir süre sonra durmanız gereken bir tutku. Milyon dolarlık cihazlarda dinlediğiniz müziklerde, bu cihazlara verilen paraların boşa gitmediğini görüyorsunuz. Şu anda tamamen analog bir sistemim var ve çok memnunum.


T.T : Şimdi biraz sisteminizden bahsedelim. Şu an Kuzma StabiS pikap + Platter Kit, Kuzma Stogi Ref 313 pikap kolu ve Soundsmith Carmen iğne kullanıyorsunuz. Hepsi müthiş bir uyum içinde. IFI Audio iPhono 2 - Phono katı ile Jadis Orchestra Gold anfiniz güzel bir ahenk içinde. Jadis güç katında EL34 lamba kullanıyor. Jadis üst segmentin en iyilerinden, referans bir anfi. Tamamen el yapımı ve pek çok üstün özelliğe sahip. Bu özellikleri sayesinde güçlü hoparlörleri rahatlıkla sürebiliyor. EL34 ile ses daha sıcak ve doğal hale geliyor. Kablolarınız Cardas Cross ve Dh Labs Silvesonic T-14. Tüm sistem B&W bookshelf hoparlörlere bağlı. İlk baskı numaralı Dameronia albümünüzü dinliyoruz. Aynı zamanda sisteminizde yer alan Marantz CD çalar da Hadis’e bağlı.

F.O : Dilerseniz XRCD ile mukayeseli dinleyelim.

Dinleme seansı ile ilgili notlar :
Sistem son derece doğallıkta çalıyor. EL34 lambaların sesteki sıcaklığını rahatlıkla hissediyorsunuz. Jadis gerçekten çok iyi bir tercih olmuş ve anfi en iyilerden olduğunu ispatlıyor. Sistem tüm bileşenleriyle üzerine düşen vazifeyi hakkını vererek yerine getiriyor. Selektörü CD ye aldığımızda XRCD’de daha fazla detay duyuyorum ama plağın ses derinliği, hoparlörlerin sahnesi ile sizi alıp kaydın yapıldığı ortama götürüyor. Ses üst ve orta frekanslarda gayet doğal ve gerçekçi. Ancak yine de aklıma takılan bazı şeyler var. Bunlar ses tutkunu odyofillerin aklını her daim kurcalayan sorular. Bu sistemde benim hoparlörlerim olsaydı acaba ses nasıl olurdu ?

 Güç katında EL34 yerine KT88 olsaydı Jadis nasıl bir ses üretirdi? Benim sistemimde güç katında KT88 kullanan Cayin A55TP ve Focal Chorus 836V mevcut. Cayin, orta segment bir lambalı. O da Jadis gibi el yapımı ve kendi segmentindeki diğer cihazlara göre ileri özelliklere sahip. Bu haliyle Jadis ile mukayese kabul görmeyeceği açık ancak Tiriode ve Ultralinear seçimi seste seçenek sunan bir anfi. Ultralinear özelliği KT88 ile güçlü hoparlörleri zorlanmadan sürebiliyor. Bu yönüyle sistemin en kuvvetli bileşeni olan Focal ile sesi epey doğal bir formata getiriyor. Focal parlak ses veren bir hoparlör olarak bilinir ama bu model özellikle vocal ve choral ağırlıklı müzikler için tercih edilen bir hoparlör.


Açıkcası sevgili Ferit Odman’ın benim hoparlörlerimin sesini dumasını istiyorum. Pikap olarak, her ne kadar odyofil bileşen olarak kabul görmese de çeyrek asırdır kullandığım Technics SL-1210 MK5 den bir türlü ayrılamıyorum. Sistemde aynı zamanda Cayin CD-50T lambalı CD çalar mevcut ve Ecosse Reference The Conductor CA1 kablo ile anfiye bağlı. Diğer kablolar ise Inakustik Premium.

Gelelim XRCD’ye. CD tükendiği için alamamış ama kaydı da çok merak etmiştim. Hatta Equinox Music’den sevgili Yeşim Akan’a sipariş vermiştim. Yani XRCD kendi sistemimde nasıl çalardı bilmiyorum ama Ferit Odman’ın sisteminde dinlediğimde kayıttaki detay beni cidden etkiledi. Merakım daha da arttı. Sanırım bunu çok belli ettiğim için sevgili Ferit Odman son derece nezaket göstererek evde bulduğu bir taneyi imzalayarak bana armağan etti:) (Bende ise merak tüm bedeni sarmış, o an hemen eve gidip kendi sistemimde dinlemeliyim diye düşündüm).
O gün, en kısa sürede benim sistemde aynı dinleme seansı yapmak üzere elimde imzalı XRCD ile evin yolunu tuttum.

Ve kısa süre sonra bir cumartesi öğleden sonrasında sevgili Ferit Odman ile bizde buluşup müzik, caz, plaklar ve Hi-Fi sohbeti eşliğinde kahvemizi yudumlayarak güzel bir dinleme seansı yapıyoruz. Hoparlörlerin yeri ve açısı ile oynayarak kendi kulağı için ideal sahneyi bulan sevgili Ferit Odman’ın en önemli tespiti iğne ve hoparlörlerin açısı konusunda oldu. Alışageldik bir davranış ile hoparlörler sisteme yakın ve paralel duruyorken, sistemden biraz uzaklaştırarak ve yaklaşık 5 derecelik bir açı (Toe-In) ile alt frekanslardaki uğultu azalarak sahne daha detaylı hale geldi. Böylece ses biraz daha kendini bulmuş oldu. İğne konusunda ise haklıydı ancak daha önce iğne ile ilgili çok fazla “kaza-kırım” (23 yıldır havacılık sektöründe olduğum için bu terimi kullanıyorum) olayları yaşadığım için 2 yıldır Rega’nın giriş seviyesi MM Carbon kullanıyorum ki başına benzer bir olay gelirse üzülmeyeyim. Ancak benim de bir süredir aklımda olan MC iğneye geçme konusunu bütçe ve pikap karakteristiği dahilinde gündemime giriyor ve alım programıma dahil ediyorum.

Bu dinleme seanslarının sanırım her birimize katma değeri oldu. Sevgili Ferit Odman hoparlörlerini değiştirerek güzel bir seçim ile Focal Kanta No:2 ye, ben ise Timpani’nin her zamanki ilgi ve alakası ile iğnemi Sumiko Black Point No:2 MC’ye yükselterek her ikimiz de plak arşivimizi yeniden keşfetmeye giriştik :)


Ama en büyük kazanç ise o denli yoğun programına rağmen vakit ayıran, son derece mütevazi ve nazik bir müzisyen olan sevgili Ferit Odman ile dostuğumuzun baki kalması oldu.
Kendisine buradan sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Sevgiler.

Tamer TEKELİOĞLU
Istanbul Şubat 2018


Yorumlar