Sufi Müzik Dünyasında Yolculuk: Anadolu...



Sufi müzik dünyasındaki yolculuğumuza devam ediyoruz. Bu yazıda Anadolu geleneklerine bir bakış atmaya çalışacağız. Stereo Mecmuası'nda her zaman yaptığımız gibi bu bölümde bilgili dostlarımızdan bilgi aldık. Görünüşe göre ülkemizde bizim anladığımız tasavvuf ile gerçekteki tasavvuf arasında farklılıklar var. Hal böyle olunca yanlış çıkarımlar yapmak yerine kalemi bizden daha fazla bilen insanlara verdik. Görünüşe göre pek iyi yapmışız! Ancak yazıların uzunluğu dolayısıyla Anadolu'daki yolculuğumuz bir kaç yazı boyunca devam edecek...
----------------------------------

Anadolu Tasavvuf Musikisi bahsine başlarken ney ile başlamak uygun olacaktır. Ney, tarihi kayıtlara ve söylencelere göre, mazisi 5.000 yılı aşan son derece basit aynı zamanda çalması zorlu bir musiki enstrümanıdır. Ortadoğu, Kafkas ve Asya coğrafyasında sıklıkla kullanılır. Bahsi geçen coğrafyalarda yapısal farklılıklara sahip neyler görülebilir. Ancak Anadolu'da ney bambaşka anlamlar kazanmış ve Mevleviyye'de önemli bir sembol haline gelmiştir. Dilimizde ney için üflemek tabiri kullanılır. Tasavvuf kaynaklarında Allah Teâlâ'nın insanı yaratırken ruhunu üflemiş olması ile bir bağlantı kurulmuş olduğu görülebilir.

Anadolu'da musikiye bakacağımız vakit, ilk uğramamız gereken yer Mevleviyye'dir. Temelleri 13. yüzyıla dayanan bu önemli tarikat, Mevlana Celaleddin Rumi'nin düşüncelerinden hareket edilerek öğrencileri tarafından kurulmuştur. Mevlana Celaleddin Rumi'nin etkisi sadece Anadolu'da değil tüm İslam coğrafyasında görülebilir. Dergimizde daha önce yayınlanan ve Hint coğrafyasını konu alan yazılarda Rumi'nin etkisi bir nebze dahi olsa görülebilir.


Rumi, Asya coğrafyasının ortasında kalan ve İslam'ın bir dönem bilim merkezlerinden bir tanesi olmuş Horasan'da doğmuştur. Rumi'nin babası ve dedesi büyük saygı gösterilen din alimleri idi. Zaman içerisinde Rumi Anadolu'ya gelmiş ve Konya'ya yerleşmiştir. Seyyid Burhaneddin'den ilim dersleri almış ve kendisini geliştirmiştir. Seyyid Burhaneddin ise Özbekistan'da doğmuş, önemli okullarda İslam'ı önde gelen alimlerden öğrenmiş ve Anadolu'ya yerleşmiştir. Rumi'nin kendi eserlerine bakıldığında, O'nun biliminden çok faydalandığından bahseder. Mevlana, Konya'da, fıkıh ve din bilimi okuttu, ayrıca vaazlar verdi. Rumi'nin Mesnevî-i Manevî eseri İslam dünyasında özellikle de Sufi gelenek içerisinde O'na hürmet gösterilmesini ve çağlar boyunca hatırlanmasını sağlamıştır. Neyin bu geleneğin içerisinde çağlar boyunca manevi değer kazanmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi Mesnevî-i Manevî eserinin ilk satırlarında bu enstrümana yer verilmesidir.

Temelini Mevlana Celaleddin Rumi'den alan Mevleviyye, kendi içerisinde çok sıkı kurallara sahip olan bir tarikattır. Kural sistemi uzun yüzyıllar boyunca yaşamış, Allah, Peygamber ve İslam sevgisinin ön plana çıktığı son derece kendisine özgü bir yapıya sahip olmuştur. Mevleviyye bugün zannedildiği üzere bir hoşgörü ortamı değildir, hiçbir zaman olmamıştır. Anadolu'nun kendisine özgü bir yandan da dinin kurallarına son derece bağlı bir tarikattır. Sema ve musiki, tarikatın kendisine özgü yapısının ve zikirinin birer parçasıdır ancak çok keskin kurallara bağlıdır. Sema öncesinde Kur'an-ı Kerim okunur, Mesnevî-i Manevî'den bölümler okunur, arkasından musiki ve sema gelir. Günümüzde Sema bir gösteri sanatı haline getirilmiş olup, Mevleviyye hoşgörünün merkezi olarak tanıtılmaktadır.

Ancak unutulmaması gereken şey Mevleviyye bir İslam tarikatıdır ve Sema bir gösteri sanatı değil, Mevleviyye'nin ibadet ayinin bir parçasıdır. Tıpkı Kuran-ı Kerim’in okunması ve okuyana mukabele edilmesi, Nat-ı Şerif'in okunması bu ayinin diğer parçalarıdır.



Dergimizde daha önce yayınlanan ve Hint coğrafyasını konu alan yazılarda önemli Sufi alimlerin, vefatlarının anılması geleneği Mevleviyye'de de vardır. Şeb-i Arus, Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin Allah'ın huzuruna çıktığı yani vefat ettiği gündür. Şeb-i Arus'un Türkçe anlamı düğün gecesidir. Yine farklı coğrafyalarda bu terimi gördük. Bu önemli gecede Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin Allahü Teâlâ'ya kavuştuğu gece olarak Mevleviyye tarafından "kutlanır"

Bu zikir sırasında Kur'an-ı Kerim okunur. Arkasından, Peygamber Efendimizin hayatını ve erdemlerini anlatan "Nat-ı Şerif" okunur. Okunan eserin güftesi Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'ye, bestesi ise 17. yüzyılın önemli bestekarlarından birisi olan Mevleviyye'ye mensup olduğu düşünülen Buhurizade Mustafa Itri Efendi'ye aittir. Arkasından musiki başlar. Kudüm sesi yaradılışın başlangıcı olan Allah'ın kâinata "ol" emrini sembolize eder. Arkasından "ney taksimi" başlar. Bu taksim hemen arkasından icra edilecek Ayin-i Şerif'in makamında çalınır ve her şeye can veren nefesi sembolize eder.

Arkasından semazenlerin birbirlerine selam vererek üç defa tekrarlanan dairevi yürüyüşlerini yaparlar. Bu cana canın selamıdır. Birinci dönüş semazenin "Hakkı" bilmesi, ikinci "Hakkı" görme, üçüncü ise "Yaradana" ulaşıp hakikate varmayı temsil eder. Arkasından sema ayini başlar. Selam denilen dört kısımdan meydana gelir.

Her selam sonunda semazenler kollarını göğsünde çapraz bağlayarak görünüşüyle "Bir"i temsil eder, bu duruş "Yaratıcının Birliğine Şehadettir". İlk selam insanın bilgiyle Hakikat'a doğarak "Allah"ı varlığını ve büyüklüğünü ve aynı zamanda kendi kulluğunu idrak etmesidir. İkinci selam insanın yaradılıştaki azameti anlayarak, "Allah"ın büyüklüğü ve kudreti karşısında hayranlık duymasıdır. Üçüncü selam hayranlık duygularının aşka dönüşmesi ile, aklın aşka kurban oluşudur. Teslimiyettir, vuslattır, sevgilide yok oluştur, yani tasavvuftaki "fenafillâh " mertebesine ulaşmakdır. Dördüncü selam, semazenin manevi yolculuğunu tamamlayıp, kaderine razı olarak yaradılıştaki vazifesine, kulluğuna dönüşüdür. Artık semazen aklı, fikri, aşkı ve duyguları ile Allah'ın tüm kitaplarının, Peygamberlerinin ve yaradılışın hizmetkarıdır.


İsterseniz artık musikiye gelelim. Mevlevi ayinlerinde musiki icra eden topluluğa Mutrib Heyeti denir. Mutrib Heyeti hanendeler ve sazendelerden oluşur. Heyetin başı kudümzenbaşıdır. Tören boyunca neyzenler oturmazlar, saygıdan dolayı neyzenler oturmadan musiki icra ederler. Kayıtlara bakıldığında Mutrib Heyeti yani musiki icra edenler çok kalabalık olmazlar. Sonraki dönemlerde müziğin etkisini arttırmak üzere Mutrib Heyeti kalabalıklaşmıştır. Yazılan çizilene ve yorumlara göre makbul değildir.

Velhasıl kelam, Mevleviyye musikisi son derece kendine özgü bir musiki yapısıdır. Musikinin özgün zerafeti dünyanın dört bir yanındaki musiki severlerin ilgilerini çekmiştir. Yabancı kaynaklar özellikle neyin sesini yere göğe koyamazlar. Ülkemizde çeşitli zamanlarda farklı Mutrib Heyetleri olması gerektiği şekilde icralar yapmış ve bu kayıtlar ülkemizden çok yabancı memleketlerde ilgi görmüştür. Neyzenlerde de durum aynı şekildedir. Anadolu'da farklı ney üfleme tarzları vardır ve bir çok müzisyen ortalıkta çok bulunmayan kayıtları ile dünyaca haklı üne kavuşmuşlardır. Ülkemizde ise daha fazla ilgi gördüklerini veya hakları olan ilgiyi gördüklerini söylemek zordur.

Sürç-i lisan ettiysek affola…

Bir sonraki yazımızda Anadolu müziğine bakış atmaya devam edeceğiz.


Yorumlar