Nat Hentoff’un yazdığı, Gunther Schuller’in 1962’de müziğe aldığı hikaye:
Bu Eddy Jackson’un hikayesi – Caz’ı öğrenen bir çocuğun hikayesi.
Çok küçük yaşta bile Eddy Jackson’un kuvvetli müzik sezileri vardı. Babası şarkı söylediğinde Eddy inlerdi. Annesi şarkı söylediğinde Eddy’nin yüzünde güller açardı.
Beş yaşında kendi oyuncak trompeti vardı. Altı yaşında ona kendi gibi ufak ama sağlam bir pikap hediye edildi. Yedi yaşında ise gittikçe artan müzik açlığını doyurmak için transistörlü bir radyo eklendi.
Aniden, bir gün Eddy odasının kapısına geniş ve koyu harflerle “GİRMEYİNİZ - MÜZİK YAPILIYOR” yazılı bir levha yapıştırır. Ve kapısını kapatır. O günden bu yana her öğleden sonra saat 3 ve 6 arası o levha kapıya asılmış olur. Kapının arkasında Eddy’nin anne ve babası trompet veya pikap veya radyonun seslerini duyabiliyorlardı.
Çoğunlukla da 3'ü aynı anda duyulurdu.
En fazla sesi çıkaran, uzak ara, trompetti.
Kısa süre içerisinde Eddy’nin gerçek bir trompeti oldu ve de müzik zevkleri onun kadar güçlü olan gerçek bir öğretmeni. Başlarda basit gamlar yavaşça havaya uçar ve sakince geriye gelirlerdi, bazen arada tökezleyerek. Sonrasında gittikçe zorlaşan gamlar hızla tırmanıp baş döndürücü hızla geri gelirlerdi, öyle egzersizler vardı ki, notalar sanki bir spiral şeklinde tüm odayı kaplayıncaya dek havalanıyorlardı.
Eddy eksersizlerden gerçek melodilere geçti – öyle melodiler ki adeta aceleyle bir yere yetişecek olan bir derenin sularını andırıyorlardı veya derin ve sakin bir nehri veya bir fırtınayı veya Eddy’nin ebeveynlerinin hayal bile edemedikleri gibi melodiler.
Eddy olara bu melodilerin çok ilerici “modern müzik” olduklarını anlattı.
Anlamışcasına kafa salladılar ama Eddy onların anladıklarından emin değildi.
Sonrasında Eddy ve öğretmeni birlikte düetler çalmaya başladılar. Zaman içerisinde Eddy’yi öğretmeninden ayırt etmek zorlaştı. 14 yaşına geldiğinde Eddy çok başarılı ve bu başarılarından ötürü son derece gururlu bir trompetçiye dönüştü.
Bir yaz öğleden sonrası, evde yalnız ve her zamanki levhası kapısında olmasına karşın Eddy enstrümanına odaklanamıyordu.
Bir yerlerde, muhtemelen yakınlarda bulunan bir evde ufak bir caz grubu canlı müzik çalıyordu.
Bütün enstrümanların liderliğini üstlenen bir tenor saksafoncunun sesi yükseliyordu. Bu saksafoncu Eddy’nin o ana dek dinlediklerinden daha cüretkar, daha fazla sürpriz doluydu. Eddy’yi bir merak sardı, tedirgin oldu.
Eddy tompetini kapıp odasını terketti, sesin geldiği yöne doğru yola koyuldu ve bir sokak ötede bir evin bodrumunda 4 genç adamla karşılaştı. Trompeti gören genç müzisyenler hemen kendilerine katılmasını rica ettiler.
Eddy etrafına baktı, bir daha etraflıca göz gezdirdi ancak hiç bir yerde herhangi bir yazılı nota bulamadı.
Onlarla beraber çalmaya çalıştı ama bir şeyler korkunç şekilde yanlıştı.
Eddy onların arasında kendine bir türlü yer bulamıyordu. Ne zaman çalmaya kalkışsa, müzik, çalışmak istemeyen soğuk bir motor gibi stop ediyordu.
“Bak evlat” dedi tenorcu adam “bu aleti çalmayı biliyorsun ama cazı bilmiyorsun. Öğrendiğinde yine gel”
Eddy üzgün bir şekilde ayaklarını sürüyerek evin yolunu tuttu. Ancak bodrumda dinlemiş olduğu bu müzik onu çok heyecanlandırmıştı.
Caz plakları dinlemeye başladı, özellikle trompetçi olan orkestraları dinliyordu ve kısa zamanda eksersizlerini hatta bir takım klasik parçaları caz tempoları üzerine uyarlayarak çalmaktan çok keyif aldı.
Eddy aynı zamanda farklı trompetçilerin kendilerine has farklı çalma stillerine sahip olduklarını kavradı.
Neredeyse konuşur gibiydiler:
Homurdanarak,
Yuvarlayarak,
Araya sıkışmış eğlenceli notalarla.
Ayrıca farklı tonlarda çalan surdinleri keşfetmekten de çok keyif aldı.
Sonunda Eddy kendini hazır hissetti.
Bir sokak ötedeki evin bodrumuna doğru koştu.
Ancak oradaki genç müzisyenlerle çalmaya başladığında, yine bir şeyler korkunç şekilde yanlıştı.
Eddy’nın trompeti tek başınaymışcasına sırıttı. Kendine bir türlü orkestra içinde yer bulamadı.
Trompetine baktı, aletinde yanlış duran hiç bir şey yoktu.
Öbür müzisyenlere baktı, başlarını sallıyorlardı.
“Bak evlat” dedi tenorcu adam “trompetle caz çalmayı biliyorsun ama başka müzisyenlerle birlikte çalmayı bilmiyorsun. Öğrendiğinde yine gel”
Eddy üzgün bir şekilde ayaklarını sürüyerek evin yolunu tuttu. Ciddi ciddi düşünmeye koyuldu ve sonunda dinlediği plaklarda tüm müzisyenleri dinlemektense sadece trompetçiye odaklandığını fark etti. Eddy plaklarını yeni bir şekilde dinlemeye koyuldu.
Başka enstrümanlarla bir olmayı öğrendi. Kontramelodiler üzerine doğaçlamaları öğrendi, solo çalan bir müzisyene alttan destek olmayı öğrendi.
Bu ana dek hep çalan müziğin üzerinde hareket ediyordu; artık müziğin içine girmeye çalışıyordu. Büyük orkestralar ve küçük gruplarla çaldı, kötü orkestralar ve iyi orkestralarla çaldı, en nihayet de ebeveynlerinin çok şaşırmasına karşın her tür müzikte doğaçlamalar yaratmayı öğrendi. Senfonilerin içine girip çıktı. Trompetini yaylı dörtlülere kattı, obualar, kemanlar, harplar, hatta fagotla bile muhabbet etti.
Bir kez daha Eddy kendini hazır hissetti, ve bir kez daha bir sokak ötedeki evin bodrumuna doğru yol aldı.
Bu kez, oradaki caz müzisyenleriyle birlikte çalmaya başladığında, onlarla uyum içinde olduğunu, hiç sırıtmadığını hissetti.
Ancak bir süre sonra, öteki müzisyenler durup kendisine garip bir şekilde baktıklarını gördü. Soğuk bir ürperti geçirdi.
“Bak evlat” dedi tenorcu adam “her şeyi öğrendin ama neler söylemenin gerektiğini öğrenemedin. Trompetin ve sen çok uyumlu bir makina oldunuz ama caz bir makina değil; Caz nasıl hissettiğindir. Neler hissediyorsun? Öğrendiğinde yine gel”
Eddy üzgün bir şekilde ayaklarını sürüyerek evin yolunu tuttu. İlk başta şaşkındı, yoluna devam ettikçe şaşkınlık kızgınlığa dönüştü. Hızla odasına gitti, kapısındaki levhayı bir kanara atıp trompetini çalmaya koyuldu.
İlk notaları hiddet doluydu – çiğ ve çirkin.
Ancak anlam veremediği bir şekilde bu çiğ ve çirkin notaları çalmak onu rahatlattı, kendini daha iyi hissediyordu. Trompetine baktı ve şöyle düşündü: “Bu notalar benin notalarım. Bu müzik ben’im”
Saatler geçtikçe kızgın notalar yerlerini zafer kazanmış birinin notalarına bıraktılar. Ondan sonra mutlu notalara – zaman içerisinde çok farklı duygular yüklü notalar odayı doldurdu. “Ve bütün bu notalar benim” dedi Eddy, “Bu notalar nasıl hissettiğimdir”
Bu arada Eddy büyüyordu. Ev dışında geçirdiği zamanlar gittikçe artıyordu. Zamanla daha huzursuz oluyordu ama nedenini de hiç kestiremiyordu. Bazen kendini çok iyi hissediyordu. Bazen kendini yapayalnız hissediyordu. Bazen okulda iyi neticeler elde edememekten korkuyordu. Sevilmemekten korkuyordu. Ailesine, öğretmenlerine hatta arkadaşlarına kızgın olmaktan korkuyordu. Bazen kendine de kızmaktan! Bazen Eddy’nin içinde o kadar farklı duygular birbirilerine çarpıyordu ki yerli yerinde duramıyordu. Ancak ne hissederse hissetsin tüm duygularını müziğine yansıtabiliyordu. Trompeti sanki bir parçası haline gelmişti. Eddy “GİRMEYİNİZ - MÜZİK YAPILIYOR” yazılı eski levhasını tekrar bulup kapısına astı.
Eddy kendini tam anlamıyla hazır hissetti ve bir sokak ötedeki evin bodrumuna geri gitti. Çalmaya başlar başlamaz oradaki müzisyenlerin bir parçası olduğunu hissetti. Uzun süre birlikte çaldılar ve beraber müzik çalmanın mutluluğunu yaşadılar.
Sonunda nefes nefese kalan Eddy durdu. Gülümsemesini durdurmakta zorlanıyordu. Tenor saksafoncuya: “Anlat bakalım, bu iş nerede sonlanıyor? Daha neler öğrenmem gerek?” diye sordu. Cevap gecikmedi, büyük bir gülücükle tenorcu: “Kendin olman yeterli. Kelimelerle ifade edemeyeceğin şeyler olacak ama onları trompetinle söyleyebileceksin. Caz da budur: Sen. Bu yüzden de Caz sürekli olarak değişkendir, çünkü sen değişiyorsun... Birlikte çaldığın insanlar değişiyor...
Anlıyor musun? Hadi çalmaya devam edelim, üfle!”
O gece geç saatte evine vardığında, Eddy Jackson kendisine yeni bir levha hazırladı ve kapısına astı : “MÜZİK YAPILIYOR –İÇERİ BUYURUN!”
Çeviren Bruno Manusso
Yazıda kullanılan resimler Toon Pool web sitesinden alınmıştır. Tüm hakları ilgili web sitesine aittir.
Yorumlar
Yorum Gönder